Derdim gökyüzüyle değil, bulutların anımsattıklarıyla. Başka bir şey gelmiyor aklıma, sadece siyah, bir şekil belirmiyor. Yağmur çiselemeye başlıyor. Tüm şehir ıslaklığın verdiği rehavetle gündüze göre daha sakin. Bütün şehir ölüme kör, sadece bir koşuşturmaca heyecanı. Buradan bakınca hepsi anlamsız geliyor. Üst üste yıkılmış izlenimi veren binalar. Odanın üç tarafında penceresi olan küçük bölüme doğru uyuşuk adımlarla geçtim, yağmur yağmaya devam ediyor, çok ısrarcı değil, sakin ve tane tane, bir damla daha kayıyor pencereden. Zaman zaman her yağmur damlasının bir şeyi andırdığını düşünüyorum, kendimce farklı anlamlar yüklüyorum. Garip bir duygu. Yoksa bu her baktığımda farklı anlamları barındıran bulutların bana bir şeyler söyleme şekli miydi, bilmiyorum. Çünkü onlarda kayıp, yitik ve geri getirmek isteyip de getiremediklerini görüyorum. Bir şehir, yüzü unutulmaya yüz tutmuş bir kişi, çok öncedendi. Kaybettikten sonra pek de önemi kalmıyor aslında, kayıp, bendeki anlamı yokluk. Ama her yağmur bunları bir kez daha bana taşıyor, umut taşıyor. Yağmur damlaları bulutlardan bana ulaşan bir armağan mı yoksa? Bir damla daha düşüyor.
Mevsimsiz Sohbet