Günahlarımız…
Sana kulluğumuza değil mi delil.
Vazgeçmekten vazgeçişlerimiz…
Yapma denileni, yapmamaklığımız..
Hatırlamayışımız,
Hayalini kurduğumuz günahlarımızı…
Verilen bir sadakayı hiç unutmayışımız…
Sesine kulak tıkayışımız, vicdanımızın…
Sayılamayacak kadar gayri meşru,
Gariban, bihaber çocukları geçmişimizin…
İçine düştüğümüz şu çocuksusuzluk…
Ne büyük, ne hazin, ne acı…
Yüzümüzü sana dönmeye düşmanlığımız,
Sırtımızı, aldattıklarımıza yaslayışımız,
Umudumuzu, aldatıldıklarımızda arayışımız…
Ne kötü, ne bikes, ne perişanlık..
Huzuru ve güzeli gözlere hapsedişimiz…
Hasreti ve dostluğu zamanî mesafelerle ölçüşümüz…
Aşk’ı ve Aşkı, bulmaksızın kaybedişlerimiz…
Ölümsüzmüş gibi iştahla nefes alışlarımız…
Ne çirkin, ne hesapsız, ne sahte…
Bir türlü tövbeye susanmayışımız,
Hakikate kanmayı bırak, onu tadamayışımız,
Yolculuğu boşver, daha yol olamayışımız,
Çaresizliği geçelim, çareyle alakasızlığımız…
Ah…
Birlerce mısra, onlarca kelime, yüzlerce harf…
Ne çaresiz, ne yalnız, ne densiz…
Ah…
Şu dünyanın masiva penceresinden aşağıya,
Tarifsizliğe, teslimiyete atlayamayacak kadar
Sıradanlığımız, korkaklığımız, uydurukluğumuz…
Ah…
Ne kolay şey doğmak,
Ve ölmek, ne zor,
Hiç yaşanılmamış şu tuhaf dünyada…
İşte size,
Günahlarımın sadakasıdır,
Bu şiir…