Akşam olmuş herkes televizyonun başına geçmiş vakit geçiriyordu. Elif ise odasında iki hafta sonraki sınavlarına çalışmaya başlamıştı. Yine geldi sınav haftası. Bir an önce mezun olsam da kurtulsam diye iç geçiriyordu. Matematik okuyordu Elif. Matematik öğretmenliğini istese de bölümünü okumak zorunda kalmıştı. Çok zorlanıyor ama matematiği sevdiği için katlanıyordu. Elindeki siyah kuru üzüm tanesini ağzına attı ve kitaba odaklandı. Ama yok. Çalışamıyordu. En iyisi önce masayı düzenlemek diyerek işe koyuldu. Önce gereksiz ne varsa kaldırmalıydı. Gözüne kuru üzüm yediği paket ilişti. İçinde birkaç tane kalmıştı. Ama canı yemek istemedi ve atılacak kağıtlarla birlikte onu da mutfaktaki çöpe atmaya gitti. O sırada babaannesi elinde her zamanki tespihi ile birşeyler mırıldanıyor ve mutfakta oturuyordu. Elif mutfağa girdiğinde mırıldanarak torununa döndü ve ne yaptığına baktı. Torunu elinde bir kağıt deste ile çöpe doğru gidiyordu. Ama sadece kağıt yoktu. Bir de kuru üzümlerin göründüğü paket tutuyordu. Tam atacakken babaanne;
“Ne yapıyorsun kızım. O üzümleri atacak mısın yoksa?” dedi.
“Şey babaanne. İçinde yok zaten. Bitirdim. Birkaç tane kaldı.” diyerek cevap verdi Elif. Kansızlık yüzünden annesi her gün odasına bir tane bırakıyordu nasıl olsa.
“Kızım. Kendi ağzınla söylüyorsun. Daha bitmemiş. Birkaç tane varmış ya işte. Ver bakayım onları. İsraftır. Günah. Atma. Ben yerim. Gel seninle konuşalım biraz.”
Elif olmaz çalışmam lazım diyecek oldu ama ne zamandır babaannesi ile konuşmamışlardı. Özlemişti onun o güzel muhabbetini.
“Ben küçükken babam bize öyle çok meyve alamazdı.”diye başladı söze babaanne.” İşçiydi. Zaten kıt kanaat geçiniyorduk. Maaşını aldığı ilk gün sevinelim diye elma, armut gibi şimdi sizin burun kıvırdığınız meyveleri alır gelirdi. Bizde de bir bayram havası ki sorma. Nasıl sevinirdik. Tabi siz şimdi çikolataya bile sevinmez oldunuz. Biz sevinçle meyvelerden yerden babam bize uzun uzun bakar sonra dedesinin anlattıklarını anlatmaya başlardı. “Birinci dünya savaşında dedem ve diğer askerler üzüm bulsalar hemen hoşafını yaparlarmış derdi. E onu da bulurlarsa tabi. Bir arpa çorbası bir de peksimet vardı o zamanlar. Ancak onları yiyebilirlerdi. Sonra harp bitmiş. Dedem babama meyve alırmış. Babam bir sevinirmiş ki sorma gitsin. Şimdi de ben çocuklara alıyorum, şükür onlar da seviniyorlar.” İşte kızım. Baban size herşeyi alıyor. Bakıyorum. Siz sevinmiyorsunuz hiç. Şu üzümler varya şu üzümler. Dalında toprağın emeği var. Suyun emeği var. Güneşin emeği var. Çalışanların emeği var. Bu üzüm paketlenene kadar bin türlü emekten geçiyor. Sen ise yemiyor da çöpe mi atıyorsun. Peki ya bu üzümde kurdun, kuşun, toprağın, suyun, güneşin, onu yiyemeyen tüm insanların, çalışıp emek harcayan o işçilerin hakkı ne olacak? Sen çöpe mi atacaksın tüm o emeği kızım. Bundan sonra Allah’ın verdiği rızıkları çöpe atarken bir daha düşün. Sonra şu ayet aklına gelsin.”
“Yiyiniz içiniz; fakat israf etmeyiniz! Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” A’raf Suresi 7\31
Elif babaannesine sarıldı ve mutfaktan odasına gitti. Odasında düşünüyordu. Sınavlara çalışması gerekiyordu ama şimdi anlamsız gelmişti ona. Sonra düşündü. “Benim gibi israf eden insanların attığı şeyler toplansa kaç tane aç insan doyardı kim bilir.” İşte. Babaannesi bir kez daha Elif’e hayatının dersini öğretmişti. Sınavların öğretemediği şeyleri babaannesi tek başına öğretmişti. Artık atamam diyordu Elif. Artık atamazdı…