Bu gece son göğe bakışım, son iç çekişim, son yakarışım. Kavuşmak yok ise vuslatı burada beklemenin bir anlamı kalmadı artık. Son bulduğunda soluğumuz; göğe yükselince ruhumuz orada kavuşuruz artık. Bu dünyanın kirli bedenlerinden sıyrılıp; bir sayfa açarız belki, tertemiz.
İçim içime sığmadığı için, yazar; dar geldiği için ağlardım hep. İçime yabancı olacağım, aklıma gelmezdi hiç. Başa gelince anlar imiş insan ‘sevdalık zor zanaat imiş; ama zorla güzellik de olmaz imiş’. İte-kaka yürüyecek bir hayattansa; ayrılığın bile gurur duyacağı ölüm en iyisiydi o halde. İçimi içimde öldürüp, musalla taşından bir serüven başlıyor şimdi. Örtünüyorum toprağımı; gizlemek için yaralarımı.
‘Vedalar soğuk olur’ derdi bir şair bir şiirinde. Morga döndü yüreğim ilkbahar akşamında. Ölüm sessizliği midir bilinmez; ama çaresizlik sardı dört yanımı. ‘Bir kitap iki kere okunmaz’ demişti; peki ya bir insan kaç kere ölür ya da öldürülür? Kalemin namlusunda tek tek dökülürken kurşunlar; bir can kaç yerinden vurulur? Ayrılık ateşi mi vedaların soğuğu mu daha büyüktür bilemedim lakin şimdi söylese ya bu yürek nasıl durulur?
‘Alışırız’ diyor iç sesim. İnsan nelere alışmıyor ki hayatta. Alışmak doğamızda var. Elden bir şey gelmeyince, ya alışıyoruz böyle olana; ya unutuyoruz işte. Alışır mıyım bilmiyorum; ama unutulan mezarlarla dolu içim. Aklıma geldikçe sesleniyorum sadece. Kabri başında anmak alışkanlığım oldu artık. Gitmek hep o diyarlara kaldı çünkü. Kalmaksa hep buraya…
Bu veda üzerine yazdığım son satırlar olur mu bilemem. Umarım bir gün son bulur. Son gün, son saatten önce de olsa vuslata ermek; sonsuzluğa onsuz gitmekten iyidir herhalde. Benim vuslatıma gelince; sonum onsuz, o sonsuz olarak kaldı bu diyarda. Yani diyeceğim; bizim kavuşmalarımız mahşere kaldı…