Duydunuz mu? Bir siyasi Parti, Atatürk’ün kurduğu; Türkiye Cumhuriyetinin Başkenti Ankara’da, konferans topladı. Konferansın açılışında konuşan Parti Eş Genel Başkanı’nındın birisinin kurduğu cümleler arasında en çok dikkatimi çekeni ”Herkes bilmelidir ki, Kürt sorunu çözülmeden, Türkiye’ye demokrasi ve özgürlük gelmez” ifadesi oldu.
Eş Genel Başkanın konuşmasını dinleyince, başımı ellerimin arasına aldım uzun uzun düşündüm! Düşünürken gerçekten Kürt sorunu var mı diye kendi kendime sordum.
Sonra valizimi topladım, maziye 81 İl’i gezip görecek, seyahate çıktım. Hem doğuda, hem güneyde ve de 7 bölgenin 7 sinide dolaştım.
Erzurum Karayazı Hınıs Tekman’ı…
Bitlis Hizan, Mutki, Tatvan’ı…
Siirt, Şirvan, Pervari Kurtalan’ı…
Diyarbakır, Çermik, Çınar, Çüngüş, Dicle, Eğil, Ergani, Hani, Hazro’yu…
Adım adım gezdim.
Bölge halkıyla uzun uzun sohbet ettim.
Sonra :))
Batıya döndüm.
İstanbul, Ankara, İzmir’in cadde ve sokaklarında dolaştım.
Sonra Bursa, Balıkesir, Manisa’ya ulaştım.
Ve gördüm ki Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurduğu Türkiye Cumhuriyeti misakı milli sınırları içinde “KÜRT SORUNU” diye bir sorun yok.
Ne var?
Bölgeler arası kalkınmışlık farkı var!
Ne var?
İşsizlik var!
Ne var?
Terör var!
Ne var?
Emperyalist güçlerin ajanları var.
Ne Var?
Cennet vatanda, vatan haini, millet düşmanları cirit oynuyor.
Anadolu’da Doğu ve Güneydoğulu, kendini Kürt kimliğiyle tanımlayan her bir vatan evladı, TC Anayasası karşısında eşit haklara sahip!
Her ilde et ve tırak olmuş bir arada yaşıyor.
Kız almış kız vermiş.
Hısım olmuş akraba olmuş.
Kürt sorunu ifadesi emperyalist ajan ifadesidir.
Yeri gelmişken bir anımı da aktarmak isterim.
Yıllar önce İl Jandarma Alay Komutanlığı, İlçe Jandarma Bölük komutanlığı, Adliye, Ceza ve Tutuk evi Diyarbakır Saraykapı içinde, bir aradaydı.
Bir gün 8/10 köy muhtarı toplu halde geldiler odama.
Odam, bir fabrikatör odası gibi hem geniş, hem konforluydu. (Fabrikatör odası deyimini özellikle yazdım omuzlarında yıldız taşıyan bir zavallı, sen fabrikatör müsün diye sormuş, bende hayır İl Merkez J. Karakol Komutanıyım diye ağzının payını vermiştim.)
Bastım zile çay söyledim hepimize.
Hem köy dosyalarındaki evrakları infaz ediyoruz, hem de memleketin içinde bulduğu zor şartları masaya yatırıyoruz.
Laf lafı açtı, söz PKK terör örgütüne kadar geldi.
Ben çok samimi bir dille sordum.
Ağalar beyler (Diyarbakır’da hala ağalık ve Beylik devam ediyordu) siz bu terör işine ne diyorsunuz?
Gerçekten bir KÜRT devleti ister misiniz dedim.
Aldığım cevap diline KÜRT sorunu dolayan siyasetçilerin akıl edemeyeceği kadar çarpıcıydı!
Sen ne diyorsun komutanım?
Kürt devleti kurmayı istemek, İstanbul’a, İzmir’e Bursa’ya pasaportla gitmek demektir. Hâlbuki bizim birçoğumuz buralarda yaşıyor.
Şaka ile karışık. İstanbul’u İzmir’i size mi bırakalım deyiverdiler…
Sözünü ettiğim dönem ANAP dönemi.
İçişleri Bakanı Abdulkadir Aksu!
Aksu dönemi demişken, o dönemde siyasetin (S’İ) Jandarmaya giremiyor. Milletvekili Karakol komutanın odasına girerken ceketini düğmeleyip giriyor.
Allah var ya Diyarbakır halkı Devletine karşı çok saygılıdır.
Dikkat edin halkı dedim.
O bölücüler gibi halkları ifadesi kullanmadım.
Konuşma esnasında Muhtarlardan biri “Komutanım izin verirseniz aramızda Kürtçe konuşabilir miyiz? Uzun süre Kürtçe konuşmayınca dilimiz şişiyor” dedi.
Elbette Konuşabilirsiniz. Ben yıllarca, Türkçe bilmeyen Vatandaşların ifadesini tercümanla aldım. Kadınlarınızın birçoğu Türkçe bilmiyor.
Onları da tercüman aracılığı ile dinliyorum dedim…
Sözün özü, Dersim isyanı liderleri Seyit Rıza’nın, 2010 yılında Kışla Meydanı’na heykeli diken, cadde ve sokaklara ismini verenlerin, Kürt sorunu demeleri hiç de inandırıcı değil.
Biraz mert olsalar, dillerinin altındaki baklayı çıkartsalar, hem bölge halkı; hem de biz ne istediklerini, kime hizmet ettiklerini bilsek olmaz mı?