Yalnızlık. Cep telefonuna bir gün içinde gelen tek mesajın sahibinin “avea” olması. Belki de ismin hâl eklerinden muaf olma durumu. En yalın hikayelerin varolma sebebi. İyi bir insanın tek başınalığının içinden çıkılmaz paradoksu.
Yalnız uyumak, yalnız yemek yemek, yalnız konuşmak, yalnız ağlamak, yalnız gülmek. Yapayalnız olmak. Belki bir seçim belki de müstahak.
Lakin sadece bedensel yalnızlıktan bahsetmiyorum. Kalabalıklar içindeyken bile yalnız olma durumunu irdeliyorum. Ruhun, bedenden ayrı hareket ettiği zamanları düşünüyorum. Bedenin gülücükler saçıp, ruhun gözyaşları akıttığı anları söylüyorum.
Yalnızlığın neden bir seçim olabileceğini anlatıyorum.İnsanların gülmesinden iğrendiğin zamanları kastediyorum.Boş konuşmalara , boş fikirlere, boş tartışmalara maruz kalmaktan duyduğun tiksintiyi ifade ediyorum. Kendin gibi düşünen insanları bulamamanın , bulsan da mücbir sebeplerden kaybetmenin insana verdiği acıya dem vurmak istiyorum.
Bu bir kader mi onu sorguluyorum? İlla birilerine ihtiyacımız var mı, varoluşumuzun gereği bu mu? Bilmiyorum. Yalnızken de, kalabalıklar içindeyken de mutsuz olma durumuna cevap veremiyorum.
Senin gibi düşünmeyen, seninle aynı değer yargılarına sahip olmayan, iyi niyetli olmayan insanların seni nasıl üzdüğüne şahitlik etmek istiyorum. O insanlarla birarada geçirdiğin zamanların bazen bir zorunluluk olması durumuna lanetler yağdırıyorum. Kötü ve suçlu olmamak adına, etmediğin kavgaların, söylemediğin sözlerin hesabını soruyorum. Ne oldu? Yine yalnızsın değil mi?
Bazen de olumlu bakıyorum.Tek başına 10 km yol yürümenin, yolculuk esnasında felsefenin , kavganın , hırsın dibine vurmanın, sana kattığı çoşkuyu kastediyorum. Yumruklarını sıkarak yürüdüğün zamanları düşlüyorum.Yağmur yağıyorsa ya da tipi alabildiğine güçlüyse, kendini hayatla boks yapan Muhammed Ali Clay gibi görmenden bahsediyorum. Yolcuğun başları zor, yollar toz , toprak veya ıslak içteki sıkıntı büyük ama yolculuğun sonunda kendini rahatlamış, mutlu hissetmenden söz ediyorum. O an galip sensin diye düşünüyorum. Kelebek gibi uçan da arı gibi sokan da. Ardından, küçük bir an ama, hayata tekrar pozitif bakmaya başladığını gözlemliyorum.
Düşündüğünü hissediyorum. Hiç düşünmediğin kadar düşündüğünü. İki veya daha fazla kişiyken, anlamlı anlamsız konuşmalarınızdan söz ediyorum. Havadan, sudan. Minübüs kuyruğunda, yanındaki arkadaşınla “lak lak” yapacağın yerde, yalnız olmandan mütevellit insanları doyasıya gözlemlemenden bahsediyorum. Çevrene yabancılaşmanın yalnızların hayatında olamayacağını iddia ediyorum. Aynı şekilde otobüsle yolculuk yaparken, yalnızlığın sana verdiği büyük avantajlardan söz ediyorum. O an tek arkadaşının, elindeki kitap olduğuna dikkat çekiyorum.
Kitaplar diyorum. Ardından bir Bukowski kitabı elime alıyorum.”En iyi insanlar yalnızken güçlüdür.” aforizmasıyla karşılaşıyorum. Vay be diyorum. Galiba iyi insanım. Yalnızken, okuyorum, yazıyorum, internette satranç oynuyorum, en önemlisi düşünüyorum hem de çok. Ama neyi? Genelde neden yalnız olduğumu düşündüğümü anımsıyorum. Evet, diyorum. Egolarıma ters bir durumla karşı karşıyayım, biliyorum. İyi, akıllı, duygulu, yardımsever, kendince bilgili bir insanken neden yalnızım sorusunu soruyorum.
Evet doğru, en az insanların beni sevmediği kadar ben de onları sevmiyorum.Neden sorusuna net bir cevap veremiyorum.Ama gene de, ilgi görmek istiyorum. Yine, neden sorusunu sorduğumda kelimelerin kifayetsiz kaldığını hissediyorum. Belli ki mükafatlandırılmak istiyorum. Ama beni mükafatlandıracak mekanizmaların aynı değer yargılarına sahip olmadığını biliyorum.
Acaba diyorum, çok param olsa, güzel bir arabam, saygın bir makamım olsa yine mi yalnız olacağım. Sanmıyorum. Peki o durumda mutlu olacak mıyım? İhtimal vermiyorum. Dalkavukların, riyakarların, kaypakların dünyasında nasıl mutlu olunabilir ki?
En iyisi mi diyorum. Gece yastığa başımı koyuyorum, gene her zamanki rutin düşüncelere dalıyorum. Olmadı bir Yann Tiersen açıyorum, o da sarmazsa Carly Comando diyorum. Pianonun büyüsüne kapılıyorum. Nietzsche’nin yalnız başına acı içinde ölümünü düşlüyorum. Raskolnikov cüretkarlığıyla doluyor içim. Arturo Bandini ezikliklerini seviyorum. Henry Chinaski umursamazlığına sahip olmak istiyorum. Sokrates gibi laf sokmak, Spinoza gibi derin düşünebilmek hayalini kuruyorum. Sonra aklıma Tyler Durden geliyor. Dövüş Kulübü mü kurmak lazım illaki diyorum. Bunları düşündüğümde, yalnız olmadığımı hissediyorum. Belki şizofrenik hal ve hareketlerde bulunuyorum ama içimdeki öteki insanların varlığını yok sayamıyorum. Aslında hiç de yalnız değilim diyorum.
Gözlerim uykuya yenik düşmeden önce, yazacağım yazıların planını oluşturuyorum. Şunları şunları vurgulasam diyorum. Seviniyorum kendi halimde. İçim kıpır kıpır oluyor. Uyuyorum. Huzurlu, mutlu. Yalnızlık, aslında güzel bir şey diyorum. Müstesna olduğumu hissediyorum.