Günbatımı vakti, akşamın ilerleyen saatleri, gölge imparatorluğu her yeri karanlığa boyar. Işıklar yavaş, yavaş ve isteksizce siyahlığa teslim olmaya başlarken, Güneş’in hükümdarlığı sona ermek üzeredir. Yarasaların yerlerinden çıkma vaktidir, ufuklara donuk bir kızıl sis yerleşmektedir. Saklandıkları yerden çıkarlar ve gecenin melankolik şairleri dengesizce uçmaya başlarlar, yalpalarlar. Sanki her gece uçmayı yeniden öğreniyor gibidirler. Yarasaların kalbini karanlığın aşkı doldurur, gecenin üvey evlatlarıdır onlar, ancak gecenin karanlık göğünün serin koynunda rahat ederler. Gün ışıyana dek dilediklerince hüküm sürerler. Onların kalbinin ve benliğinin gecenin saf karanlığına ait olduğu gibi, sen de kime ve neye ait olduğunu merak edersin. Sen de onların kalbinin gecenin sevgisiyle dolu olması gibi aidiyet hissetmek istersin, kalbinin bir şeye ve birisine ait olmasını istersin ama hayat bunu yapmak için çok kısadır. Kimler geçmiştir kalbinden? Neler delip geçmiştir benliğini? Kalbin yarayla ruhun yırtıklarla doludur. Ne kadar istesen de o göz ardı ettiğin yarasa kadar bile özgür olamazsın. Çünkü o vahşi tabiatta yaşıyor özgürlüğün kanunuyla yönetiyor kendini ve uçuyor. Uçmayı sakın küçümseme her insan da vardır uçma tutkusu. İnan bana herkes hayatı boyunca en az bir kere uçmayı dilemiştir. Sense içinde ölü insanların bulunduğu, mezarlığa benzeyen betondan bir şehrin içindesin. Bütün bunları düşündükçe bunalıyorsun, çünkü her insanın ve seninde içinde var olan özgür olma isteği senin içinde de harekete geçti düşündükçe. Kendini kandırma aslında bir kurdun uluyuşu kadar özgür olmak istiyorsun. Vahşi tabiatta kural, zorunluluklar ve baskılar olmadan var olmaya özeniyorsun yarasaları her koyu kızıl akşam vakitlerinde izledikçe.