“Yaratılışın bir sebebi olmalı.” dedi kendi kendine. O sırada bir gözü aynadaydı. En son ne zaman gerçekten aynaya baktı hatırlamıyordu. Aslında her gün aynanın karşısına geçerdi de, gördüğü şeyin farkında değildi. Önce gözlerindeki ışıltının kaybolduğunu fark etti hüzünle. Oysa o ışıl ışıl bakan, yaşam enerjisi ile dolu gözlerini anımsıyordu zihninde. Sonra soluk yüzünü fark etti. Teni ne zamandır bu kadar solgundu ki? Bir süre kendini izledi aynada. Gülümsemeye çalıştı ama beceremedi. Gözlerinin altındaki torbacıklara odaklandı en son; “yaşlanıyorum” diye tısladı sinirle. Oysa ki henüz otuzundaydı. Belki genç değildi yine de yaşlı olmadığı da bir gerçekti. “Neden?” Diye haykırdı. Yaşlandığını hissettiğine mi sitem ediyordu yoksa cevabı olmayan varoluş kavramına mı? Karar veremedi. Birileri Tanrı diyordu bir diğerleri büyük patlama. Ne önemi vardı ki? Sonuç olarak insanlar hayatta kalabilmek için hayatlarının en az üç de birini para kazanmak dedikleri saçmalıkla harcıyorlardı. İnsanların bir kısmı sanki yok etmeye programlanmışlar gibi savaşlar çıkartıyor, savaşıyor, öldürüyor, yakıp yıkıyordu. Bir kısmı yalanlarla dolaylı yoldan başkalarına zarar veriyordu. İnsan ilişkileri maskelerin arkasına gizlenmişti. Kötüydü! Kötü kavramı her ne demekse… “İnsan hastalıklı bir organizma ya da yanlış bir yaratılış belki de boktan bir tasarım artık kim neye inanıyorsa…” diyerek devam etti aynadaki solgun çehresine. “Bu yaratılışın ne sebebi olabilir ki? ” dedi en son aynayı kırmadan önce. Eli kesilmişti, yere kan damlıyordu. “Acı…” diyerek gülümsedi, “tek gerçek acı…”
“İnsan yanlış bir yaratılış değil yanlış olan yaratılış.”