Sanatın bir çok farklı tanımı var. Genellikle bir duygunun veya düşüncenin yaratıcı biçimde aktarılması olarak tanımlarlar. Benim fikrimi sorarsanız sanat aktarılan veya yapılan bir şey olmaktan ziyade keşfedilen bir şeydir. Bunu somut olarak değilde soyut olarak düşünmenizi istiyorum. Saksı düşünce arkadaşlarınızla tartışabilirsiniz.
Peki neyin sanat olup olmadığına kim karar veriyor ? Biz veriyoruz elbette. Fakat çoğumuz neyin sanat olup olmadığı konusunda farklı fikirlere sahibiz. Bu konuyu gittikçe uzatıp çok daha derinlere sürüklemekten kendimi alıkoyarak, konunun beni asıl rahatsız eden noktasına gelmek istiyorum.
Herkes şiir yazıyor amına koyayım. Herkes bir şeyler yazıyor. Hikayesinden girip romanından çıkıyorlar. Edebiyatın büllüğünü genişletmekten çok zevk alıyorsunuz. Şimdi doğal olarak diyeceksiniz ki ”Ulan amcık! Sen de yazmıyor musun burada kafana göre ? Sen kimsin ki milleti yargılıyorsun ?” ve oldukça haklı olacaksınız sayın okurcuklarım. Ama sorun şu ki herkes güzel mi güzel bir egoya sahiptir. Bazıları o balonu farkında olmadan şişirir, bense şişmesine yakından tanık olanlardanım.
Ben kişisel olarak edebiyat anamızı katlettiğimi düşünmüyorum. Size şöyle bir örnek veriyim. Bir aşk şiiri nakletmek istiyorum o güzel beyin kıvrımlarınıza.
Denizim kurumuş bugün…
Gözlerin gözlerime değmeyeli
Sen gitme bari be kadın!
Sen gitme ki…
Yaşasın bu bedenim
Tüm kahpeliklere inat!
Ah be kadın!
Sen gideli eksik olmuyor masamdan şu anason…
Ve benzeri şiirler, 2 saat boyunca aralıksız titreyerek kusmama sebep oluyor.
Hayır sayın okurcuğum, aşk şiirleriyle hiçbir sorunum yok. Ben umutsuz bir romantiğim. Fakat klişe kelimeler, özensiz cümleler ve gereksiz bir aslan sütü güzellemesi bana çekici gelmiyor.
Eğer yukarıdaki şiirde hiçbir sıkıntı görmüyorsanız lütfen yazılarımı bir daha asla okumayın.
Çünkü Pislik, sizden nefret ediyor.
Evet, herkesin yazmaya hakkı var.
Ama siz başka bir şey yapın.
Yazdıkça daha da dibe batıyorum.
Ben sizin iyiliğinizi düşünüyorum.
Siz beni düşünmeyin.