Sözcükler diye geçiriyorum aklımdan, sözcükler. Bir varmışın, bir yokmuşum tarihsel yalınlığından soyutlanıp kendisine yeni bir tarih yaratan, işi gücü insanı insana bağlamak olan sözcükler….
Konuşarak başlıyoruz hayata, susarak son veriyoruz yaşamlarımıza. Ardımızdan birkaç güzel söz duymak için milyonlarcasını döküyoruz dünyaya. Peki ya sözcükler olmasaydı, yani öyle bir iki tanesi değil hiçbiri olmasaydı. Başlar mıydı yine hayat, ve yine son bulur muydu yaşam?…
Konuşarak başlamış bir hayatın, kendinden sonrasına dair korkusuna dayanmaktadır sanırım ilkyazı, bu hayat birkaç güzel sözden fazlasını hak ediyor diye almış eline kalemi, kâğıt bulmuş mudur bilmeme hatta kalemden bile şüpheliyim. Ama yazmış neyi neden yazdığından ziyade yazma eyleminin kendisinde takıldım kaldım ben.
Milyarlarca insanla birlikte yaşıyoruz şu dünyada, milyarlarcası da daha dün yaşadı aynı dünyada. Bunca insanın hikâyesini ancak bir avuç insan nakşedebildi kâğıdın üzerine. İşte bu yüzden yazmak hep tılsımlı gelir,
İlk ne zaman neyi yazdım diye düşündüm şimdi, aklıma gelmedi. Şimdiye kadar neleri yazdım diye düşündüm yine bulamadım ama yazmak üzerine bildiğim bir şey varsa oda bundan sonra yazamamayı yazacağımdır. Sanırım dünyanın mavisi ile birlikte sözcüklerde azalmaya başladı ve her geçen gün biraz daha sessizliğe boğulan dünyada son bulmayı bekleyen hayatımın en muhteşem gayesi bu olacak.
Sözümün son deminde yine en başta ki soru var aklımda, “sözcükler olmasaydı, yani öyle bir iki tanesi değil hiçbiri olmasaydı. Başlar mıydı yine hayat, ve yine son bulur muydu yaşam? “