Ben Bursalı’yım. Bursalılar bilir Mudanya’yı ve küçük köy Kumyaka’yı. İşte orada doğdum. Deniz kenarında, Kumyaka’da. Öyle sıcaktır ve birdir ki insanları; ya onlar gibi olursun kısa sürede ya da yaşayamazsın Kumyaka’da. Herkesi barındırmazlar. Öyle de sahiplenirler işte köylerini. Taşlı sokaklarda kanatırken dizlerimi ve çırpınırken suda yüzebilmek için bir anda büyüyüverdim. Anlamadan, birdenbire. Güneş doğup batarken Kumyaka’da, Ankara’da buldum kendimi. Hacettepe’de, üniversitemde, yeni hayatımda. Nasıl oldu anlamadım ama birdenbire oldu her şey. İstanbul’daydım bu haberi aldığımda. Sevinsem mi üzülsem mi bilememiştim en başında. Ankara istiyordum ama nedenini bilmeden. Nedenini öğrenmem çok sürmedi. Meğerse ne güzel şehirmiş Ankara. Edebiyat, siyaset ve müzik kokan sokaklarıyla, Kuğulu Parkı’yla, Seğmenler Parkı’ndaki rengarenk sonbahar ağaçlarıyla, Dost Kitabevi’yle ve Don Kişot Kafe’siyle… Don Kişot nasıl da tatlı bir yer! Osman Abi’si, içerde yanan ateşi ve bende uyandırdığı Mık hatıralarıyla. Mık’ı da bilen bilir. Bursa’da Arap Şükrü Sokağı’nın en tatlı yeri. Kumyaka’da doğup Mık’ta büyüdüm. Don Kişot’ta da eğitimime devam ediyorum. Ah şu küçük, sıcak, sevimli kafeler! Ben de öyle ayrı ki yerleri. Çok şey katıyorlar ama insana, öyle değil mi ? Yan masayı dinlerken birkaç gün sonra onlarla arkadaş olmak, edebiyat üzerine konuşmak uzun uzun, bazen dinden bahsetmek, Tanrı’nın varlığı sorunsalını tartışmak, sonra hadi bi’ çay içelim be çok derinlere daldık deyip Kumyaka’da suyun üzerine çıkmak… Yan masayla Kumyaka planı yapmaksa en güzeli! “Bu yaz gelip kalın bizde. Çok eğleniriz. Kumyaka öyle rahat ki herkes birbirini tanıyor zaten, samimi bi’ yer. Martı’da içeriz geceleri, gökyüzü oradan daha güzel görünüyor!” deyişlerim… Şimdiye dönmek, Ankara’ya. Ankara’yı seviyorum diyorum kendi kendime. Eğer bana eskiyi hatırlatan bir kafe bulmuşsam, bir iki arkadaşım varsa çok iyi anlaştığım, sıkılınca gidebileceğim bi’ parkım ve güzel oyunlar oynanan tiyatrom varsa ben severim o şehri. Biraz da hüzünlü Ankara. Eğlendirmez pek ama çokça düşündürür insanı. Havadan herhalde. Ben de düşünüyorum çokça burada. Her şeyi daha çok sorguluyorum. Yeni insanlar tanıdıkça farklı bir bölümünü öğreniyorum. Bazı günler bölüm derslerini bırakıp Ankara çalışmaya çıkıyorum sokağa, Kızılay’a, Tunalı’ya, parklara… Yorulunca oturup bir banka gözlemlediklerimi düşünüyorum, bazen yazıyorum ve çoğunlukla gülüyorum insanlara. O kadar aynı ki herkes ve bir o kadar da bilinçsiz ve kaba. Bunları görünce üzülüyorum. Bu üzüntümü Kuğulu’daki küçük oğlan alıp götürüyor hemen tabii. O minik elleriyle kazlara simit atarken nasıl heyecanlı! Biraz korkusu da var ama. Kaz yaklaşınca “Ya elimi ısırırsa ?” diye düşünüp kaçıyor hemen. Masumiyet çocuklarda. Kuğulu’da kazları besleyen minik ellerde, kazların doyduğunu düşünüp mutlu olan pembe yanaklı yüzde bazen de. Böyle işte Ankara, ruhu besliyor, insanı mutlu ediyor pencereye göre…