Seni terkederek sana en büyük kötülüğü yaptığını düşünürsün. Seni aslında hiç sevmediğini aklına getirirsin.Ona verdiğin değeri hissedersin.Onu herşeyden çok sevdiğini… “Bunca zaman sevgisine nasıl kandım?” diye sorarsın kendine.
Bunlar başlıca sorular daha aklına binbir soru geliyor. Ama ayrıldıktan sonra gerçek sorunun cevabını aylar sonra çok acı bir şekilde ögreniyorsun. Pişmanlık duyuyorsun, kendinden utanıyorsun onu şuçladığın için.
Üniversite bahçesinde karşılaştılar ilk kez. Onu gördüğünde aylar sonra ilk defa heyecanlanmıştı. Gökyüzü renginde olan gözleri esir almıştı kalbini.Tanıştı sonunda, muhteşem bir aşkın başlangıcını yaptılar.Tam bir yıl boyunca birbirlerinin mutluluk kaynağı oldular, birbirlerinin ellerini tutarak ayakta durmayı başardılar İstanbul’un zor şartlarında. Beraber ıslandılar yağan yağmurda, birbirlerine sarılarak ısındılar.
O gün gelmişti, 20 Eylül… ”Ayrılalım, beni bir daha sakın arama” demişti. Bir hafta boyunca düşündü, günlerden hala 20 Eylül’dü onun için. Ona papatya kopardığı bahçenin önünden geçmedi bir daha, unutmak istiyordu. Görmeden sevmeye devam etti. Belki o arıyordur diye her telefon çalışında heyecanlandı. Her yağmur yağdıgında hakim olamadı gözyaşlarına, şemsiyeleri olmasına rağmen ıslandıkları günleri hatırladı. Kırk iki gün geçmişti ama onun için hala 20 Eylül’dü. Elli gün sonra uzaktan gördü, yanında kimse yoktu, ellerini tutan birini görmedi. Acaba tutan oldu mu sorusunu da sordu kendine. Zayıflamıştı, yüzü solmuştu, hastaydı herhalde. Gidip yanına ellerinden tutmak, sımsıkı sarılmak istiyordu ama yapamadı. Ayrıldıktan iki ay sonra elveda demişti hayata. Yakalandığı kanserden kurtulamamıştı.
İşte o zaman Gökhan da ölmüştü.
Ona sorduğu sorular her gün acı çekmesine sebep oluyordu. O gün gitmesine izin verdiği için gözyaşlarına hakim olamıyordu. En kötüsü de boş olan ellerini tekrar elleriyle ısıtmadığı için acı çekiyordu.
Onun için bundan sonra hep 20 Eylül’dü.
Sevdiklernizin çekip gitmesine izin vermeyin. Değerlerini bilin, bırakmayın sakın tuttuğunuz elleri.