Saat yarım, ben yine uyumadım. Konuşmam lazım, anlatmam lazım içimdekileri. Kendimi aldım, oturttum karşıma. Deli miyim sence? Asla! Yani henüz o kadar olmadım. Ama ne yapılabilinir ki bu saatte kendimle konuşmaktan başka, gerçi günün hiç bir saatinde konuşacak kimsem yok ya… Her neyse kendime anlatacaklarım var. Ama önce toparlamam lazım kelimeleri, bazen ben bile anlamıyorum hislerimi. O kadar karmaşık ki.
”Lan olum sen nasıl bir insansın? Hiç mi dostun yok? ” Daha hislerimi anlatamadan anlamış olacak ki kızıyor bana. ”Ne diyeceğimi unutturdun şerefsiz” diyorum karşıma aldığım kendime. Biraz da tebessüm ediyorum, insan kendisiyle kavga eder mi? Hiç anlaşamıyoruz biz. Ben ne zaman bir şey söyleyecek olsam daha başlamadan kızar bana. Bir dinle, anla beni demeye korkar oldum. Ya ben de beni terkedersem? Biliyorum tamam, kimse tahammül edemiyor bana ama ya benliğimi de kaybedersem? Ne olurum o zaman? Kim olurum?
”Dur…” Diyorum. ”Dur, sende gitme benden.” Zaten konuşmayı beceremiyorum kimseyle. Az da olsa sana karşı kendimi rahat hissediyorum demek isterdim. Kendimle de pek beceremiyorum konuşmayı. ”E ? Ne olacak şimdi bak bende gidiyorum.” Ne diyebilirim ki. ”İyilik valla ne olsun, sen ne yapacaksın.” Konuyu dağıtmaya çalışıyorum ama her zaman ki gibi beceremiyorum. Acı acı gülümsüyor bana. ”Yolun kapalı olsun.” diyorum. ”Yolun kapalı olsun, yine gel. Ben beklerim. Zaten başka bir bok bildiğim de yok, beklerim.”