Uyandığımda Ay doğudan doğmak üzereydi, çadırımın içine vuran hafif bir ışık beni karabasanlarmla olan o muazzam sohbetimden kaldırdı. Rüzgar ” artık gitme vakti ” diye fısıldadı kulağıma. Kalktım, soğuk bir çay demledim kendime. İki kaşık tuz koydum çayıma, bir kaç tane taştan bisküvit aldım yanıma. Bir elimde kulpsuz kupa bardağı deve dikenleriyle dekore edilmiş çamurdan yolda yürümeye başladım. Varacağım yer bir hayli yakın gözükse de yolun başındaki tabelada ” Yumurta Tarlası / Sonsuz Km. ” yazıyordu. Sıkıntı yok, başladım geri geri yürümeye çıplak ayaklarımla. Gün iyice doğmuştu ve yarasalar ötüşüyordu havada. Yolda yürürken birkaç koyun gördüm insan sürülerini güden, bir de başlarında onları koruyan bir kurt. Selamlaştım koyunlarla, bana nereye gittiğimi sordular. Ben de yumurta tarlasına doğru yürüdüğümü söyledim. Sürünün başındaki kurt yolda kırmızı başlıklı kızla karşılaşırsam ona çatısız evdeki dedenin beklediğini iletmemi söyledi. Tamam dedim ve devam ettim. Sonra yolun ikiye ayrıldığı bir yere geldim. İki ayrı tabela vardı. Soldakinde ” Sağa Git ” , sağdakinde de ” Sola Git ” yazıyordu. Ben de tam ortalarından daldım ormana. Orman o kadar güzeldi ki, nasıl tarif etsem. Bir tarafımda yemyeşil para ağaçları, bir tarafımda kocaman papatya dikenleri. Ormanda yürürken bazı hayvanlara da denk geldim, ateş saçan kelebekler, farelerin kovaladığı aslanlar, birbirleriyle oynayan kanatlı su aygırları. Resmen çümbüş gibiydi ortalık. Ormandan çıktım sonra, önümde bir dağ belirdi. Pusulama baktım, saat gibiydi, durmadan dönüyordu. Tamam dedim doğru yoldayım, dağa doğru ellerimin üstünde yürümeye başladım. Yine de yönümden tam emin olmak için gündüz vakti beliren Kutup Yıldızı’nı yön aldım. Zirveye tırmanıyordum ama bitmek bilmedi nedense. Tırmanmaya ilk başladığımda saat 12:00’di. Dağın zirvesine geldiğimdeyse saat 09:00’u gösteriyordu. Zirvede bir tabela vardı üstünde “Kaf Dağı” yazıyordu. Ama ödülümü aldım. Evet karşımdaydı yumurta tarlası ve zümrüd-ü anka kuşu yumurta ekiyordu elleriyle tarlasına. O yüksek tepeden aşağı indim tek adımda ve yürüdüm kuşa doğru. Tarlaya vardığımda tarlanın bekçisi olan korkuluk , ki kendisi Pinokyo’nun kuzenidir, beni karşıladı ve oturduk. Biraz daha zümrüd-ü anka da geldi. Onunla da tokalaştık. Bana bir bardak sıcak kezzap ikram ettiler sağolsunlar, ben de onlara yanımda getirdiğim kızılcık şerbetini içirdim. Sonra işe başladık. Kuş yumurtaları ekerken ben de elimdeki çapamla yumurtaları kırıyordum. Böylece akşam güneş doğana kadar çalıştık..