Zaman denen şeyin ne olduğunu bilmezdim şimdiye kadar. 2018 tarihinde şu satırları yazmışım. “Zaman nedir? İlaç mıdır öğretmen midir zaman? Zamanı neydi bu kadar önemli yapan? Yaşadığımız anları saliselerle geride bırakmamıza üzülmek miydi yoksa heyecandan içimizi titreten bir tik tak sesi miydi? Sahi neydi bu zaman? Her zaman sabit miydi yoksa bazen su gibi akıp bazen hiç geçmez miydi? “
Zaman, ne bir tik tak sesiydi ne de bizi üzen bir salise. Zaman biz istediğimiz sürece var olan bir kavramdı. O ne sabitti ne hızlı ne de kaplumbağadan bile yavaş. O bir bilinmezlikti. Zamanla ne yaralar iyileşirdi ne de kabuk bağlardı. Ne öğretmendi ne de öğrenci. O, bilinmeyenli bir denklemdi biz ise onu çözmeye çalışan herhangi bir insan. Herkes çözebilirdi tabii ama kuralları vardı. Öğrenmemiz lazımdı. Ama bu kurallar nesnel değil, özneldi. Kuralları koyan bizlerdik. Zamanı, zaman yapan bizlerdik. Öğretmen olan zaman değil, kabuk tutmuş olan yaralarımızdı.