Gülleri kırmızıya boyamayı bıraktım. Besbelli işte yanıldığım. “Belki burasının da beyaz güllere ihtiyacı vardır” diyorum içimden. “Beyaz güller diktiysem ne olmuş, ne olmuş yanlış yaptıysam?” Esip gürleyeceklerse bilinsin ki benim düşünsellerim harikalar diyarına varmıyor. Bu gerçeklikte beyaz güller dimdik ayakta durabiliyor…
Gerçekliğim yollardan ibaret neredeyse, bir tuhaf harikalar diyarı. Bana Alice diyorlar; üç saat sabahımdan üç saat akşamımdan katıp gün çorbası yudumluyorum yollarda. Gıdım gıdım ilerliyor İstanbul, sularını seriyor manzarama. Kızamıyorum, düşünsellerine dalıyorum.
Düşünsellerinde aldığım yollar belki harikalar diyarına uzanırdı ama beyaz tavşan izini çoktan kaybettiğim bir parça artık içimde ve gerçekliğim bir tuhaf harikalar diyarı işte.
Altı saatimin üzerinde “beni iç” yazıyor.
Alice hiç değilse sahiden içilecek şeylerin üzerinde okuyordu “beni iç” yazısını. Ben ise zamanı yudumluyorum; biraz sersemletiyor.
Cheshire bile belirmiyor bu tuhaf harikalar diyarımda. Yalnızım. Düşünsellerinde bile harikalar diyarının kalabalığına varamıyorum.
Şimdi gün çorbamın son bir iki saatini yudumluyorum. Bugün eflatun-pembe bulutların göğe serpildiği ekşi bir çarşamba. Ağustosun son çarşambası.
Yalnızlık yankılanan bir ezan sesi gibi, kulağımda kilise çanları…
Çanlar beyaz tavşan için çalıyor.
Tavşan deliği tıkanalı çok oldu, beyaz tavşan izini çoktan kaybettiğim bir parça artık içimde.
Gülleri kırmızıya boyamayı bıraktım. Hiç değilse solmuş değiller. Esip gürleyeceklerse, bilsinler benim düşünsellerim harikalar diyarına varmıyor.