12 ayın insan ömründe 1 yaşa eşit sayıldığı yerdeki rutin eylemlerimize devam ettiğimiz sıradan günlerden biriydi.
Pencereyi açtığımda hava kararıyordu. Bir tüccar kilitlerken dükkanının kapısını yanındaki ayakkabı tamircisine iyi akşamlar diliyor, karşı apartmandaki gri hırkalı kapıcı çöpleri topluyor, aynı apartmanda 11 numaralı dairede yaşayan siyah saçlı ve hiç gülümsediğini görmediğim kadın da hızlıca sofrayı hazırlıyordu. Akşam telaşı adı verilen ve yaklaşık 60 dakika süren ufak çaplı koşuşturmacanın bende yarattığı etki bitince uzun zamandır girmediğim bir odaya girmiştim. Ve o anda da hissetmiştim bu öyküyü son kez anlatacağımı.
O gün o boş duvarı ne kadar izlemiştim bilmiyorum. Arkasına sadece küçük pil takılınca çalışan duvar saatinin ne kadar ilerlemiş olduğu ile de ilgilenmemiştim pek; belki 1 saat belki 1 ay umurumda değildi. Duvarı bir kapıya dönüştürme fikri ve bunu yapmak için hissettiğim o delice isteği ne zaman duydum onu da bilmiyorum.
İnsanın ruh haline göre değişkenlik gösteren oksijen seviyesiyle birlikte kulakları sağır edecek sessizliğin hakim olduğu birkaç eşyalı sade odada o duvara gözlerimle ne çok şey anlattığımı düşündüm. Dışarıdan bakıldığında biraz yıpranmış, boyaları dökülmüş, sağ alt köşesi nemden sararmış ; ama gerçekten görmek istediğinizde çok sakin, dokunduğunuzda çok sıcak,dinlediğinizde de huzurlu parçalar duyabileceğiniz bir duvardı. Orası benim insanların kendine has doğrularını dünyanın en doğru düşünceleri tabağında ‘bence’ ile başlayan cümleleriyle servis eden türlerinden uzak kalmak için kaçıp , sırtımı yasladığım duvardı.
Bu kaçış başta çok güzel geliyordu. Uzaklaşmak ,yalnız kalmak , kalbimin her atışını süper bir sessizlikte dinlemek yani.. Bir süre boyunca her şey normalken ,zamanla bu durum sorun haline gelmeye başlamıştı. Orayı sığınak gibi görebilirdim;fakat dışarıda başka bir dünya vardı. Sürü psikolojisiyle hareket eden , ‘‘elalem ne der’’ciler yüzünden kendi yoluna kendi taşlarını dizen , sınırsızca tüketen kan emicilerin yaşadığı , can yakan , kalp kıran insanların yaşadığı bir dünya… Haliyle ben de bunlardan etkileniyordum. Ne kadar istersem isteyeyim kopamıyordum tam manasıyla . Duvara yaslandığımda da gösterdiğim etkilere bir tepki alamamak bazen beni çileden çıkarma boyutuna ulaştırıyordu. Bir şeyler yapmam gerektiğinin farkına vardım. Sanırım buna da düğümleri çözümlemek deniyordu.
Bazen bana yaşatılanlar yüzünden çokça sinirleniyordum , o anlarda elime balyoz alıp etrafımdaki her şeye vurup,kırıyordum. Kontrollü olup olmadığımı fark etmiyordum başlarda;fakat sonra her nasılsa kırma eylemini de mantık kalıbına sığdırmayı başardım. Nar kokulu bir mumu parçalamak anlamsızdı çünkü. Yıkıp ,onun yerine başka bir şey inşa edebileceğim bir fikir içimi ısıttı. Ruhumu tatmin edecek soyut bir inşaat alanına giriyordum ; tabi ki tüm önlemlerimi alarak. O odayı ve o duvarı dönüştürmeliydim ; ama şunu da çok iyi biliyordum ki herhangi bir şeyi dönüştürmek için insan önce kendisini dönüştürmeliydi. Ben de güneşin doğuşundan batışına kadar geçen 1440 dakika boyunca boş durmama kararı aldım.
Az zamanda çok insan tanımaya çabaladım , birbirinden çok farklı anlayışlara sahip gruplarla sohbet ettim. Yapabildiğim kadar yolculuk yaptım. Birkaç kez sokakta sabahladım. Bu eylemlerim de bende hikayelere merak oltasını atmama sebep oldu. Daha önce de söylemiştim , her insan bir kitaptır diye. Kısıtlı zamanda çok insan okumaya gayret ettim. Her girişimimden sonra odama gelip çalıştım. Bini aşkın o dakikayı kendi içimde paylaştırdım. Bu sayede ne kadar başarılı oldum,tartışılır ama sanıyorum ki ben de odamla birlikte dönüşebiliyordum.
Vakit kaybetmeden işe koyuldum. Duvarları kırmak çok zor geldi ama zaten hiçbir şey kolay değildi. İz bırakmadan, yeniden açılabilmek için kapı yapmak çok çok zordu. Kendime gerekli motivasyonu veren yine bendim. Gidip kurumuş yaşlı ağaçlarla çalıştım bir marangoz dükkanında. Oydum , zımparaladım, ellerimi toprak kokutarak dokundum. Kucaklayıp odama geldim. Bu çok düz ve sıradandı,boya gerekliydi. Hazır almak ya da yardım almak da bu işin gidişatına aykırıydı. Tabi ki boyasını da kendim hazırladım. Biraz hoşgörü,biraz sevgi,biraz saygı ekledim. İçine umut kokulu inceltici de koydum. Kahkaha seviyesi yüksek karıştırıcıda karıştırdım. Hayatımda hiç görmediğim huzurlu bir renk elde ettim. Yavaş yavaş , sakin sakin günlere bölerek boyadım. O kadar haz alıyordum ki hiç taşırmadan, yerlere damlatmadan , hiçbir zerresini boşa harcamadan kapımı boyadım.
Bunu yaptığım bazı geceler yorulduğumda yere , sarı parkelerin üzerine oturdum. O esnada bana bazen Neşet Ertaş eşlik ediyordu bazen de cilası henüz kurmamış penceremi açıp kadehime kan rengi şarabımı koyduktan sonra Birsen Tezer’in yanına oturuyordum. Sabahları bekliyordum umutla. Oluyordu da… Mesela en sevdiğim sabahlar güneşin ışıklarını yüzüme vurarak uyandırdığı sabahlardır. O zamanlar ufak kare masamın üzerine çilek reçelini koymayı unutmadığım bir kahvaltı hazırlayıp dostlarımı çağırdığım bile oluyordu. Takvimimdeki yaprak sayısı azalıyordu ve ben bu sıralarda dönüşmek fiilinin hakkını vere vere bir insanın aynı anda yaşayabileceği, etrafına yaşatabileceği tüm duyguları yaşıyordum. Sonra baktım ki yeni yeni duygular bile türetmeye başlayacak olgunluğa bile ulaşmışım. Yeni duygu türetmek… Bu çok yüce bir eylem olmalıydı. Bize verilen hisler kutusunun kapağını açıp, içine tertemiz ve yepyeni bir duygu koymak… İçimde hiç bilmediğim bir yeri keşfetmek ve sadece oraya uygun mis gibi bir şey hissetmek. Sonra anladım ki en mutlu edici işçilik kendinizin kendinize yaptığınız işçilikti. En güzel kokan ter de bunu yaparken ve meyvelerini sevdiklerinizle paylaşırken alnınızdan akıttığınız terdi.
Uykuya dalmışım…
Güven verici bir zil sesiyle kapım çalıyordu gözlerimi açtığımda. Düşünmekten onu yaptığımı,odayı renklendirdiğimi , eski eşyaları yok ettiğimi fark etmemişim bile.
Doğrulup eskiden yerinde bir duvar olduğunu bildiğim alana yöneldim. Heyecanlandım. Kolu çevirdim. Ağzımdan samimiyet ve az biraz da korku kokan tek bir kelime çıktı…..
Hoşgeldin
***********************************************
bunugormengerek.blogspot.com.tr