Ben artık pes etmek istiyorum. Evet, her acı bir gün geçer. Biliyorum dünyada ne acılar var, inatla pes etmeyen bununla savaşan insanların iliklerine kadar hissettiği. Ama ben pes etmek istiyorum. Bir sorunum var; annemle babam. Pes edersem nasıl bakarım onların yüzlerine. Ben bu yaşa geldim, bu kadar oldum. Sizin tüm emeklerinizin karşılığı bu işte, bu enkaz yığını. İşte burada yatıyor, bakın işte öyle cansız bir beden. İçinde ruh varken de ölüydü o. Ruhu ölüydü bir kere. Ah bakın işte ağlamıyor, üzülmüyor, bağırıp çağırmıyor ve evet güçlü görünmeye bile çalışmıyor öylece üryan yatıyor. Ve toplanacak bir kalabalık var. Yarım saat ortada yatan bedene üzülüp sonra hatırlamayacak olan. Belki de bu yaptığının ne kadar bencilce olduğunu söyleyecekler. Sizler kadar bencil olamaz ama bunu bilmelisiniz. Yeter! Onun için üzülmeyin, evlerinize dönün. Rutininize dönün ve egolarınıza, bencilliklerinize dönün. Bir sigara yakın, belki bir kadeh de orada öylece yatan için içersiniz. Nasıl olsa tekrar hatırlamayacaksınız bile. Boş laflarla sakın ola yormayın ailemi. Fakat annem çok ağlar ki işte, babamda ağlar ama o sessizce ağlar tüm babaların yapacağı gibi. Anlam veremiyorum. Pes etmek oyuna devam etmekten neden zor? Tam tersi olması gerekmez mi?
Acının evrensel bir örneği yok ne yazık ki. Hepimizin dertleri göreceli. O abarttıkları ama bir boka yaramayan bilim var ya, ah evet! belki de dünyadaki en gerçek şeyi ölçemiyor. Ne yazık! Oyuncağı kırılan bir çocuğun acısının benimkinden daha az olduğunu kim iddia edebilir. Benim oyuncağım kırılmadı, belki öyle olsaydı oyuncağımızın maddi değeriyle acımızı kıyaslayanlar olabilirdi. Doğru olur muydu bilmem. Ama tüm mesele şu ki benim ruhum kırıldı. Evet! Hepsi bu.