*Baudelaire’in Kötülük Çiçekleri yalnızca 340 adet satılmıştı
Uzun bir süredir yazı yazmıyorum ama yazma ihtiyacı hep aklımdaydı. Bu yolda kendimi geliştirme olanağı sunan insanlara, fırsat yaratıcılarına çok teşekkür ediyorum. Bu süreçte çeşitli yazılar ve kitaplar okudum, çünkü okumadan insanın hangi seviyede olduğunu anlaması, kendi ilerlemesini görmesi zordur. İnsan her koşulda mücadele eden, bulunduğu ortamı güzelleştirme ihtiyacı duyan bir varlıktır; bunu kendisiyle diğer insanlarla ve çeşitli durumlar karşısındaki pozisyonuna göre yapar. İnsan ne iyidir ne kötüdür ama mücadele etmesini öğrendiğinde insanlığa neler kazandırdığını tarihte görüyoruz. İyiler hep kazanır yeter ki mücadele etme davranışı geliştirsin. En basit örnek olarak çaya şeker attığımızda şekerin erimesini beklememiz karıştırmamız bu bile mücadeledir. Çünkü o çay içilecek ve onun keyfine varılacak. Farkında olmadan her şeye karşı bir mücadelemiz var aslında. İnsan güzelin veya iyinin ayırdına zaman geçtikçe varır çünkü gelişkinlik dediğimiz kavram belirli bir süreç karşısında düşünsel durumumuzla alakalı olduğu için kendini çevresini gözlemleyemeyen varlık geriye gitmek durumundadır yani kendini geliştirmek mecburiyetinde olan varlık bunu yapmadığı takdirde yerinde saymak mecburiyetinde kalır. Tarihin yasaları bize bunu söylüyor. Mücadele etmeyen varlık belirli bir zaman sonra gelişkinlik göstermeyenlerin kategorisine atar kendini ve insanlığa somut bir ilerleme kazandıramaz. İnsanın önemi burada ortaya çıkıyor. İnsanın tarih yapıcı bir özelliği vardır ve eğer toplum bilgiye uzak tutulmaya alıştırılmışsa, gelişkinliğini ortaya koyma iradesinden mahrum bırakılmışsa birileri onun yerine karar verme durumunda olacaktır. Tam tersini düşündüğümüzde ise ilerleyen ve düşünen varlık çevresini dönüştürür ve dönüştürdüğü takdirde, aynı oranda kendini dönüştürmeye devam eder. Bunu yapmayanlar asalak sınıfın omurgasını oluşturur, üretse de pespayelikten öteye gidemez. Yazmanın amacı kişinin kendi düşüncelerini anlatmaksa bunun sadece bu amaçla yapılmadığını biliyoruz. Tabii ki insanlar düşüncelerini anlatmaktan keyif alırlar fakat estetik dediğimiz şey çorbayı kaşıkla içebilmekse bunu kaşık görevi görecek her araçla yapmak değildir; insanın yaptığı eylemlerin güzelleştirme dürtüsü her anlamda karşımıza çıkan bir olgudur. Yazmak sadece kalem ve akıl süzgecinden geçirilmemiş hislerin veya düşüncelerin olduğu gibi yazıya aktarılmasıyla olursa benzer örnek olarak çorbayı kaşık görevi görecek çeşitli cisimlerle de içme olur. Yani insan her alanda kendine yakışanı olduğundan daha insancıl ve estetik gösterme uğraşı içindeyse, yazmak dediğimiz daha insanüstü bir eylemi olduğundan daha güzel sunmak durumunda olması gerekmektedir. Belirli bir hedefi ve mesajı olmayan, bir mesaj aktarma kaygısı taşısa da insanı tetiklemeyen, harekete geçirmeyen hatta umutsuzluğa sürükleyen bir duygu ve düşünce aktarma eylemi, bilinçli veya bilinçsiz gericiliğe ve saçmalığa hizmet edecektir. Şiir konusunda en çok karşılaştığım şey bir kadına veya erkeğe olan duygularınızdan bahsederken insanın her şeye duyarsız kalması ve hareket etme, refleks gösterebilme kabiliyetinden yoksun olmasıdır. Hâlbuki insanı yücelten bir duygunun insanı güçsüzleştirmesi, çaresiz kılması olanaksızdır ve farkında olmadan biz burada yazı yazma işlevini kötü bir araç olarak kullanıyoruz. Yazmak biraz da alışkanlıklara karşı çıkmaktır. Birini severken orman gibi yüce olma örneğini göremiyoruz ama ellerim kollarım bağlı seni bekliyorum diyebiliyoruz. Acındırma ve kendini küçük gösterme yazan, yazabilen bir insanın alışkanlığı olmamalıdır. Yukarıda bahsettim ya eğer kötü bir alışkanlığa karşı mücadele etmiyorsak dönüşenlerin safında yerimizi alırız. Nazım Hikmet ‘in yazdığı şiirlere göz attığımızda sevdasıyla beraber nasıl devleştiğini görebiliriz. Sevdiğini düşündüğünde ümidinin nasıl arttığını ve en güzel nağmeleri kulağına nasıl fısıldadığını görebiliriz. Bizlere düzyazıda olsun şiirde olsun tam tersi şeyler sunuluyor
Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey,
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey…
Ahmed Arif’ten örnek vereceksek:
Terk etmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça…
Ve ellerim, kelepçede,
Tütünsüz uykusuz kaldım,
Terk etmedi sevdan beni…
Yukarıda okuduğumuz şiirde Ahmed Arif’in en güçsüz durumda bile Leylasına olan sevdasını diri tutabilme iradesini görüyoruz. Yani sevdiğine olan duygularının yüceliğini, onu o yapan şeylerin kıymetini en kötü durumda bile ayakta tutabilme gücünü görüyoruz.
Bizlere düzyazıda olsun şiirde olsun tam tersi şeyler sunuluyor. İnternette hiç zorlanmadan iki saniyede bulduğum bir örnek:
hasreti gurbette gurbeti hasrette
çektiğim çilelerde türlü türlü dertlerde
sensizliği yaşıyorum
Ahmet Kölecioğlu 2013
Bu şiirde aşkın sevmenin ne kadar rezil rüsva eden bir duygu olduğunu çok güzel belirtmiş ve mesajını kaygı duymadan okuyanlara iletmiş. Şair ben bu kadar sıkıntı içindeyim Allah seni kahretsin bir de seninle uğraşıyorum demeye getirmiştir. Nesnel durum bu değil sevgili okur. Hayat, arkadaşın yaşadığı gibi bir şey değil ve bunu yaşıyorsa da bu bir hastalıktır. Yazar dediğimiz kimse nesnel duruma karşı öznel yetenekleriyle başkaldırandır ve umut aşılayandır. Bu pislik edebiyatına karşı cephe almak durumundayız. Bildiğiniz bu tarz kitaplar alan arkadaşlarınız varsa okutturmayınız eğer bunun kişisel bir sorumluluğunuz olduğu yargısına ve sorumluluğuna varmışsanız. Bir de şöyle bir husus var ki kötü eserlerin neden bu yaşadığımız yıllarda ortaya çıktığının maddi temellerini sorgulamıyoruz. Edebiyat dediğimiz olgu, estetik değerlerden ne kadar uzaklaştı, mesela müzik üzerinden örnek vereceksek Mozart ve günümüz sanatçılarının bir arada olduğu bir anket yapsak Mozart kendini nerede bulurdu? Kesinlikle son sıralarda bulurdu. Mozart 1791 yılında çalışmanın getirdiği, yaptığı işin zorluklarından dolayı evine odun alamayan bir insandı, aristokrasi saraylarında karnını tıka basa doldururken… Buradan şuraya gelmek istiyorum, neden iyi kitap dediğimiz şey bir jüri tarafından seçilmek zorunda kalır? Seçilemeyen ikinci kitap estetik değeri diğerine göre daha az olan kitap mıdır? İyi ve kötü kavramı böyle bir şey midir? Bunlar üzerinde kafa yormamız gerekiyor çünkü oksijenin bilinmediği eski çağlarda ateşin nasıl yandığını anlatmaya benzemiyor, elimizde kötü kanıtlarımız var ve bu kötü eserlerin amacının hiç de sanıldığı kadar basit olmadığını düşünüyorum. Türkiye solunun tarihin belirleyicisi olmasına yaklaştığı yıllarda devrimciliğini Nazım Hikmet’ten Orhan Kemal’den Sabahattin Ali’den , Gazap Üzümleri’nden sayısız insanlardan, edebiyattan, müzikten ve hatta spordan alıyordu. Onları okuyup devrimcileşmişlerdi. Cumhuriyetin sağlam temelinin ürünleriydi ve tabii devrimci olması, yakıcı olması kaçınılmazdı. Sadece olgusal bilinç dediğimiz şeyi kırmamız gerekiyor, nedenlere kafa yormamız gerekiyor. İnsanlığın tarih sahnesinde tekrar yerini alacağı zamana tanıklık etmek istiyorum. Mücadele tek bir yerde olduğunda anlam kazanmaz, sadece siyaset yapılarak mücadele edilmez. Edebiyatta, sanatta, müzikte yani bayağılığın olduğu her yerde bunlara karşı mücadele etmemiz gerekir. Toplumlar içinde bulundukları durumu değiştirmek istediklerinde dönüştürücü ararlar, ya bulamazlarsa peki? Okuyan ve kavrayan insanlar olarak toplum üzerinde bir sorumluluğumuz yoksa bu nasıl okumaktır?