İlk an’dan daha mı güçsüzdür insan büyüdükçe, yoksa alışmak mıdır en büyük duvar?
Seni saran tüm duvarları parçalayarak doğarsın da ömrün karşına çıkan yenilerini yıkıp yıkmamak arasındaki yolda geçer.
Yollar;
Kendi ümidi müjdeleyip, elindeki iğneyle onu söndürmeyi bekleyen mahallenin aksi teyzesi…
Kendini arasında emin sayıp da nefes alamadığındır duvar,
Bir yandan en sadık dostun olurken, bir yandan dilsiz ve nemrut olduklarını anlarsın.
Duvarlar, göğe saplanan hançerler!
Yüksek sesli, yalın sözlü çığlığım var benim, çağlayacakken toprağa akan…
Çığlığım,
Kulaklara küs seslerim!
Rüyalar görüyorum her gece. Ferah, sessiz, göğü yere yansıyan kardeş sokaklar…
Uyanıyorum sonra, gözlerim yine beton katılığı, aşinası yıkılası dört duvar, rüyaya aşık, gerçeğe düşman gözlerim benim…
Gözlerim,
İçine sızı kaçmış, nemli sonbaharlarım benim…
Nasıl olur diyorum hâlâ, hâl3a hayret ediyorum. Şaşırırken, omuzlarım sesten irkilen üç aylık bebeğin bedeni oluyor.
Saçımdan, elimden, ayaklarımdan başka başka yollara çekiyorlar beni, içimde ayaklarımdaki ağır taşa uyup engine açılma hevesi…
Diyorum ki tüm bu olanlar perdeye yanlışlıkla değen sigaranın açtığı yanığa eş, kaldır kolunu söndür yanan her şeyi.
Çünkü, dışarıda yanığı yarasına işli çocuklar var…
Kötülüğü anlıyorum sonra, annemi hatırlıyorum, aklıma beyaz kurdeleli ilkokul fotoğraflarım geliyor.
Büyümek diyorum, büyümek mi bu?
Büyümek,
Kötülüğe ”Kim o?” demeden kapıyı fütursuzca açmak…
Duvarların tanzimiyle büyüyemiyorum diyorum; istemiyorum diyorum; karşı koyduğum cümlelerim karşılığını bulmuyor artık.
Diyorum ki sonra; ömrüm, yeter bunca sorgu sual…
Ben senden sadece beraatimi istiyorum!