Bölüm 6: Okulda İlk Gün!
—‘Gebeş Ömer!’—
Cumali ‘211 No’lu sınıfa girdi! Öğrenciler arasında ‘kızlar tuvaleti’nin yanındaki sınıf olarak biliniyordu! Gözleri eski kalabalığı, curcunayı aradı. Ama kendi döneminden kimse yoktu. Alt sınıflardan yardım ettiği bir, iki kişi onu tanıdı. Baş selamı verdi.
Arka sıralara yürüdü.
‘Türkiye Jeoloji Haritası’nın altına denk gelen sıraya oturdu. Himmet hoca sınıfa girdi. Tam kapıyı kapatıyordu ki; bir ayak, kapanmasına engel oldu. Kapı tekrar aralandı.
“Dersime teşrif etmeniz beni ne kadar mutlu etti bilemezsiniz, Ömer Bey!”
Ömer!
Bölümün gediklilerinden, ağır toplarından Gebeş Ömer!
Üniversite sözlüğünden bir kelime;
Gebeş: Kısa boylu, gözlüklü ve tombul kişi.
Ellerini arkasında birleştirerek ilerledi. Ön sıradan bir kalem, orta sıradan da bir kâğıt aldı. Cumali’nin arkasına oturdu. Himmet hoca:
“Ömer Bey de yerleştiğine göre bir yoklama alalım!”
Yoklama kâğıdı sınıfta dolaşsaydı, kim kimin yerine ‘imza çakacak’ çoktan belirlenmişti. Yoklamayı bir kere daha hocanın alması durumunda, dersten kalacak çocuklar vardı. Himmet hoca:
“Ahmet!”
Ömer:
“İnzibat götürdü!”
“…Derya, Meltem!”
“Kocaya kaçtılar!”
“…Cengiz, Selman, Aysu!”
“Grup kurdular! Arabesk rap yapıyorlar.”
“…Murat, Aydın, Uğur!”
“Ege’ye yerleşip tekne aldılar! Avrupa’ya mülteci kaçırıyorlar.”
“…Çiğdem, Çağla, Badem!”
“Kuruyemişçi tutmayınca, rakip marketlerde çalışmaya başladılar!” Hoca yeni isimler ararken, Ömer ayağa kalktı.
“Anla artık hoca, anla ya! Jeoloji’de para yok! Bu meslek altın çağını yaşamıyor!”
“Otur yerine!”
“Bütün madenler bulundu. Haritalar, uygulamalarla telefonlara indi.”
“Uzatma!”
“Ya, iki dinozor yumurtamız vardı; onlar da çatladıktan sonra ‘Jurassic Park’ta oynayıp emekli oldu!”
“Kazılar devam ediyor! Canlı kalıntıları geçmişe ışık tutuyor!”
“Geçen sene, iki tane lades kemiği bulduk o kadar! Profesör bile, Yüksel uçurumdan yuvarlandığında elini tutarken ‘aklımda’ dedi! Çocuk az kalsın çakılıp petrol çıkaracaktı!”
Üniversite sözlüğünden bir kelime;
Yüksel: Yüksek Lisans yapan kişi!
“Çık dışarı!”
Ömer kapıya yöneldi.
“Hayır, bu sabi sübyanları nasıl kandırdınız! Gençleri, ağınıza düşürmeye utanmıyor musunuz?” Gözü ön sırada oturan çocuğa ilişti.
“…Al, sezonun ilk dersine çanta getirmiş, salak! Önlük de giyeydin!”
“Çıkmanı bekliyoruz!”
Ömer, çocuğa iyice kilitlenmişti.
“…’Hocam ödev vardı’ diye de bağıracak mısın? İnşallah laboratuvarda ‘tuz’ diye ‘boksit’ e dil atarsın!”
Boksit: Asırlar önce yaşamış canlıların, taşlaşarak fosil olmuş dışkıları.
Tuz: Yemeklere tat vermek amacıyla kullanılan kristalize mineral. Ölçü birimi ‘pinçik’tir.
Ömer, kapı koluna basıp çıktı.
“Keşke hemşirelik okuyaydım!” Kapı arkasından kapandı.
Kimdi bu Gebeş Ömer? Himmet hocaya karşı neden bu kadar öfkeliydi.
İki sene önce! Hocaların binası!
Murat hoca, kapısına bir kâğıt yapıştırıp içeri girdi. Kâğıtta: ‘Not istemek için kapımı çalmayın. Aksi takdirde pis karşılık verilecektir. Kişi ya da dişi fark yapmaz. Eşitliğe inananlardanım!’ yazıyordu.
Ömer, binaya girdi. Merdivenlerde Himmet hoca ile karşılaştı.
“Hocam günaydın!”
“Günaydın!”
“Hocam, iki hafta üst üste yok yazmışsınız!”
“İmza kâğıdı sınıfta dolaşıyor Ömer! Alacaksın, atacaksın imzayı. O kadar. Boş kalan yerleri çiziyorum biliyorsun!”
“Yapmayın hocam! İki uygulamaya da girdim. Asistanınız bendim hatta!”
“Geçmiş gün, hatırlamıyorum vallahi! Hem söz uçar, yazı kalır değil mi?” Yüzünde ince bir gülümseme belirdi. Ah! Ömer’in elinde bir şey olacaktı ki; o ağzı açmadan kapatacaktı. Kısmet! Himmet hoca, merdivenlerden inip binadan çıktı. Ömer sinirden kaskatı kesildi. Avuçları, sıkmaktan morarıyordu.
“Ahh! Sen sınıfa gelme hoca… Sen tuvalete girme hoca! Hoca, sen kantine de gelme hoca… Allah’ım! Şu adamın tekerine çomak sokmak için bana bir fırsat ver Ya Rabbim!”
O hışımla eli, Murat hocanın kapısına çarptı. Hoca kapıya çıktı. Ömer:
“Yanlışlıkla oldu!”
Murat hoca, Ömer’i devirdi. Sakız gibi çiğneyip gelişine gelişine vurdu. Yalnız, Ömer de ayağa çok iyi oturuyordu, imânsız! Hoca, hıncını aldıktan sonra odasına girdi. Ömer ise yattığı yerde vücudunun uyuşukluğunun geçmesini bekledi. Himmet hocanın sesi duyuldu.
“Gülten Hanım!”
“Buyurun hocam?”
“Çiçekleri sulamayı unuttum. Sana zahmet ilgileniver.”
“Tabi hocam!”
Ömer yerinde doğruldu.
“Demek çiçeklerinin suya ihtiyacı var ha!” Gerginlikten çirkin bir kahkaha attı:
“İhuuhhaaaa!”
Çirkin bir kahkaha, bu şekilde yazıya dökülebiliyordu!
Ömer, el ve ayak bileklerini çevirdi. Kırığının olmadığına sevindi. Sessizce çay ocağına girdi. Dolaptan aldığı iki şişe suyu tepesine dikti. Askıda duran anahtarlığı alıp çıktı. Himmet hocanın odasına geldi. Doğru anahtarı buldu. Kilide sokup usulca çevirdi. İçeri girip, kapıyı arkasından kilitledi. Yan yana dizilmiş saksılara yaklaştı.
“Demek beni yok yazarsın ha!”
Fermuarını açıp sağ baştan saymaya başladı. “Biricik Ömer’inden sevgilerle! Meyve verir de yersin inşallah!”
Saksıların ‘can suyu’ndan sonra ikinci tura geçti! Ellerini kaldırarak işerken ‘Hazır gelmişken gübrelesem mi acaba?’ diye düşündü.
Dışarıdan gelen sesler daha net duyulmaya başladı.
Gülten:
“Hâyırdır hocam?”
“Sınıfın anahtarını unutmuşum. Öğrenciler kafa bırakmıyor ki!” Himmet hoca, anahtarı çevirip kapıyı açtı.
Ömer kıpırdayamadı. Kafasını çevirip hocasını gözleriyle takip ediyordu. Himmet, saksıların olduğu tarafa bakmadan anahtarını alıp çıktı. Ömründen beş yıl giden Ömer:
“Oh be! Köşeden döndüm vallahi!”
Gülten, cam kenarında görücüye çıkan fosillerin tozunu alıyordu.
“Yandım anağğmm!”
Ses, merdiven boşluğunda bir yukarı bir aşağı gitti geldi. Ömer ‘kuşu’ sallandırıp yuvasına koyarken dikkatsizce davranmıştı.
Tüm ‘mal varlığını’ fermuarın dişlileri arasında kaybetmişti!
—Sonraki Bölüm!—
‘Okulda İlk Gün -2’
Yasin Numan Yılmaz