Anıl BODRUK
Bölüm:1
Günün sıcaklığını fazla hissetmediği bir gün Nasey olağan işlerin çok da dışında olmayan şeyler yapmıştı ve aslında belki de üç hatta dört aydır o olağan dediği yaşamı, alıştığı tekdüzeliğinde değildi. Nasey evin kapısının kilitli olmadığını anlayınca içeri bir kez hafif neşeli bir şekilde seslendi. Çünkü o gün kendine biraz da moral depolamıştı fark etmeden. İçeride aslında biliyordu ki bayan Siharen yatağındaydı, ancak onun küçük homurtularını duymayınca odasına yöneldi. Bayan Siharen’i elleri ve gözleri hareketsiz şekilde buldu. Bayan Siharen pek de öyle gözleri açık uyuyan biri değildi. Yanlış giden bir şeyler mi vardı acaba diyerek bir kaç kez heyecanla ancak; onun uyuduğu düşüncesini aklına yerleştirmesi sebebiyle sessizce uyandırmaya çalıştı. Bu yaklaşık kırk beş saniye kadar sürdü ve Nasey’ in heyecanı giderek arttı. Onu dürtme duygusu içinde sürgün verir vermez ona seslendi ve bir kaç kez art arda dürttü. Kısa bir süre bekledi. Nefesini kontrol edemediği bir an baş gösteriyordu ki bayan Siharen’ in gözleri hafif aralandı. ” O kadar korktum ki bir şey oldu” diye ona yüzünü asarak baktı. Bu harekete bayan Siharen’ in tepki vermesini beklemiyordu çünkü bayan Siharen tam on dokuz ay dört gündür tepki veremiyordu. Sadece gözleri açılıp kapanıyor ve nadiren ağzını oynatıp homurdanabiliyordu. Aralarında anlaşmaya başlamışlardı. Bayan Siharen’ in canı kahve çektiğinde ki bu genelde öğleden sonra saat üçü geçince oluyordu, Nasey kahveyi yapıp ona içiriyor ve bazen yanında fındıklı çikolata da getiriyordu. Fındıklı çikolata bayan Siharen için hayattaki varlığın bir deliliydi, adeta. Nefes almak yahut bir kaç homurdanma onun için yaşamak değildi zaten. İçten içe belki çok üzülüyordu. Nasey, bay Ligame gittiğinden beri bayan Siharen ile ilgileniyordu. Tam on sekiz aydır bay Ligame hayatta değildi. Karısının bu durumda olması onun için kolay bir süreç değildi, belki de çok iyi bir yaşam tarzı olmaması sebebiyle yaşamı biraz erken sonlandı da denebilir. ”Senin de acıktığını düşündüm ve biraz öte beri de aldım, bugün belki bir ziyafet çekeriz” dedi Nasey. Aslında aklında hiç bir yemek veya tatlı falan yoktu. Sadece laf olsun diye söylemişti. Az önceki şoku atlatıp, yüzüne biraz renk geldiğini bayan Siharen’ e belli etmek içindi. Nasey, mutfakta bir şeyler hazırladı. Tabii ki bayan Siharen çok katı ve ağır gıdalarla beslenemiyordu, yatağa düştü düşeli.
Nasey aslında bayan Siharen’in uzun zamandır yanında değildi. O bayan Siharen ile ilgilenmeden önce bayan Gindsey onunla ilgileniyordu. Ancak daha sonra gerek bay Ligame’nin onun işine karışması gerekse bekarlığına son verme kararı ile bayan Siharen ile ilgilenme işini bıraktı. Doğrusu bu bayan Siharen’in işine geliyordu, çünkü bayan Gindsey’in içten pazarlıklı ve yapmacık tavırda birisi olduğunu düşünüyordu. Nasey gibi genç sayılacak bir erkeğin bayan Siharen gibi ilgilenmesi kolay olmayan birisiyle yanında durmasının sebepleri arasında para ve barınma gösterilebilirdi. Nasey’e şehre geleli 5 buçuk aydan fazla olmuştu. Nasey çocukken kasabalarındaki evlerinin bir tarla işgali sebebiyle kundaklanması sonucu ailesiyle genel olarak bağlarını koparmıştı. Özellikle babasıyla o günlerden sonra hiç konuşmamış ablası ve annesinin ona yolladığı erzak veya kıyafetlerin bir kısmını satıyor yahut barınma, ısınma ve biraz da harçlık için bunları değiş tokuşta kullanıyordu. Nasey hiç de öyle taşralı birisi gibi değildi. Çocukken yani o yangından önce toprağı biraz kum,çakıl gibi şeylerle karıştırdıktan sonra biraz sulandırarak kayalık yerlere çok iyi eskizler çizerdi. On üç yaşından sonra şehre gitmeye karar verdi ve şehre ilk gittiğinde bir antika dükkanında çalışıp onun küçük bodrumunda kalmaya başladığı sıralarda piyano ve akordeon çalmayı da öğrenmişti. Patronu yaşlı ancak gördüğü cevheri işlemeyi bilecek kadar da gerçek bir ustaydı. Nasey orada gerçek bir antikanın nasıl anlaşılacağını ve sahtekarların hilelerini öğrenmişti. Bir keresinde bir antikanın bir cinayetin çözümü için çok önemli bir kanıt olduğu ana tanıklık etmiş ve o gün karar vermişti. Birgün iyi bir dedektif gibi bir şey olacak ve cinayetleri açığa çıkaracaktı. Her haksızlığa karşı canı sıkılan ve bir kahraman arayışındaki genç gibi adaleti sağlama ateşiyle yanıp tutuşuyordu, tıpkı kasabadaki evleri ve atı Codf gibi. Bayan Siharen Nasey’ nin mutfaktaki sessizliğini homurtusuyla bozdu. Bayan Siharen biraz da uykusuzdu, bu aralar ateşi yükseliyor, bir yandan da huysuzluk belirtisi sesler çıkartıyordu. Nasey artık onun tüm homurdanış şekillerinden ne demek istediğini anlıyordu. Nasey, onunla tam olarak ilgilenmiyordu çünkü özellikle tuvalet ve banyo için komşusu geliyor ve onun yükünü hafifletiyordu. Zaten onu aslında bu işe alan da oydu, Bayan Hifstgel. Kolay kolay insanlarla iletişim kurmaz, sadece gerektiğinde merhaba ve işimi bitirdim, derdi. Zaten Nasey ‘nin de onunla her ne kadar işi sayesinde almış olsa da iletişim merakı yoktu. Nasey, hayalleri peşinden gitmeyi bırakmayan birisiydi ve hem iyi bir piyanist, bir gezgin ve alanının en iyisi tam anlamıyla bir kriminal uzman olmak için elinden geleni yapıyordu. Piyano konusunda kendini geliştirmek için geceleri gittiği eskiden bir propaganda mekanı olan yer vardı. Burada sürekli mimlendiği için gizlenmesi gerektiğini iddia eden eski bir koro şefiyle piyano çalıyor, kendini geliştiriyor ve besteleri yorumluyorlardı. Sürekli sigara molası vermek yerine fazlasıyla itici olan duvarları sigara dumanıyla yüz göz eden bu koro şefi, kolay kolay kendinden, en azından yaşamının kalan özelliklerinden bahsetmez ve sürekli müziğin toplumu düzelteceğini ve bunu birgün beraber yapacaklarını vurguluyordu. Nasey için de bir planı vardı. Onun ağzından zorla hayallerini öğrendiği o gün onu Kimya ve Kriminoloji alanındaki bir arkadaşına yönlendireceğini söylemiş, bu sözünü tutmuş hatta kitap ve çeşitli gereç masraflarınıysa ”bir hayırseverin sana hediyesi” diyerek karşılamıştı. Açıkçası Nasey de onun bu masrafı karşıladığını tahmin ediyor ancak bu paranın nereden geldiğini sormuyordu. Çünkü bu koro şefi eski bir salgından sonra kullanılmayan, çok da yüzüne bakılır sayılmayan bir evde kalıyordu. Kira ödüyor muydu, kim bilir? Hoş o saçma sapan yere kira almak için bile uğranmazdı ya. Unutmadan bu koro şefi Nasey için bu gönlü zenginliğinin sebebini ” inanıyorum ki sen birgün adından çokça söz edilecek bir kriminal uzmanı olacaksın ve içeri attığın katil veya seri katillereyse beraber bestelediğimiz şaheserleri belirli sürelerde dinletecek onlara piyano dersleri de vererek, onları yeniden insan yapacağız. Aslında tam olarak içeri tıkmayacağız da, onları şu uğraş verdiğimiz izbe yerden hallice bir yere koyacaksın. Duvarları renkli olacak onları ıslah etmek istiyorsak, önce yeniden insan muamelesi yapmalıyız. Belki de o cinayetleri işlerken hiç insan muamelesi görmemesi etkiliydi. Onu öldürerek etrafı bir pislikten temizlemiş olabiliriz belki ama bu bir çare değildir. Belki de anlık bir dürtüyü keşfeden o insan cinayetin anlamsızlıklara anlam kattığına inandı . Elbette şu da var: masum bir insanı defalarca bıçaklayan, boğan veya işkence eden birine elbette lordlar gibi muamele edilmeyecek. Bir hücrede insanlardan uzak bir süre kalıp, yaptıklarını düşünecek eğer gerçekten yeniden insan olmayı hak ettiğini düşünürse o zaman bu dediğim uygulanacak.” Nasey bunu sağlayabilecek sistemi nasıl kabul ettirmeyi düşündüğünü merak etti, koro şefinin. Ya çıldırmak üzereydi ya da gerçekten iyi bir plana sahipti. Böyle insanlar istediklerini ne yapar eder elde ederler, diye düşünüyordu. Bayan Siharen, onun ne piyano çaldığını ne de dedektiflik hayallerini biliyordu. Aslına bakarsak, Nasey öyle sanıyordu. Çünkü, mutfakta mırıldandığı şeylerin ünlü bestelerin yorumlanışı olduğuna kanaat getirecek kadar zekiydi Bayan Siharen ve onun gözlem yeteneği ile kimya ve tıpa olan ilgisinin de öyle boş hevesler olmadığının farkındaydı. Bayan Siharen küçüklüğünde annesiz ve babasız kalmadan önce öğrenmeye ve öğretmeye meraklıydı. Nerede bir panayır olsa yahut nere birileri bir şeyler üzerine tartışsa yani faydalı şeyler için, o oraya koşardı hemen. Kendinden küçükleri bir anne ördek gibi peşine takar bir yerlere götürür ve öğrendiklerini öğretirdi. O sıralarda fark etmeden tanışmıştı, eşiyle. Eşi genelde ekim ve yapı işleriyle uğraşırdı. Ama hayvanlarla da ilgilenerek tıpki bir hayvan tabibine dönüşmüştü. Birisi ona: ” bu hayvan neden öldü” dese gidip kusursuz bir cerrah gibi onu açıp sorunu tayin edebilecek yetenekteydi. Bayan Siharen ondan 3-4 yaş kadar küçüktü ve yine çocukları toplayıp hayvanların kırkılmasını izlemek istedikleri bir gün karşılaşmışlardı onla. O zamanlar genç ve ürkek bir gökkuşağı kadar ilgi çekici olan Bayan Siharen, genç adamın gözlerindeki merakı, sevgiyi, acımayı ve yaşanılacakları görmüştü sanki kısa sürede. Bay Ligame o zamanlar genç bir subayın veya çiftlik sahibinin bu kıza gönül verebileceğini düşünüyor, kim bilir kimlerden olan bu genç kadının hayatına nasıl olup da girebileceğini tasarlıyordu. Onun annesiz ve kendisi kadar sessiz babasıyla bir başına yaşadığını öğrenip cesaret edip kapılarına kadar gidebilmişti. Tabiî tesadüftür ki, babası evde olmayan Bayan Siharen onunla çok kısa sohbet etmiş ve kendisiyle yuva kurma niyetini bildirdiğinde aldığı tek şarta ”mutlulukla” demişti. Bayan Siharen öğrenebilmesi ve merakını teşvik etmesini, bol bol tiyatroya gidilmesini ve kendisine kitaplar almasını istemişti, sadece ondan. Ne çok sıcak bir yuva, ne mücevherler ne zenginlik gayesi vardı. Öğrendikçe, öğrettikçe ve keşfettikçe mutlu oluyordu.
Nasey aslında yemek yapma konusunda çok da becerikli sayılmazdı. Genelde eline geçen sebze, yeşillikler ve diğer hoşuna gidenleri bir tencere atıp suyla pişirir bazen bulabilirse değişik soslarla bezerdi. Zaten Bayan Siharen’ in kolay kolay katı yemek yiyemeyeceği gerçeği düşünülünce içerlenilesi bir nokta değildi bu. Nasey, son zamanlarda biraz daha sessiz, biraz durgunlaşmıştı. Bunu sürekli cadde üstünde görüp durduğu pasta fırınında geçici olarak çalışmaya başlayan genç kadın sebebiyle olması kuvvetle muhtemeldi. Kendisi de tam olarak emin değildi ama pasta fırını önünden şu son zamanlardaki her geçişinde, tereddüt ederek içeri mahcup bir bakış fırlatışı sırasında güzel çizimlerinin olduğunu bilmesi dışında, hakkında çok da bir şey bilmediği bu genç kadına duyabildiği bir his miydi? Bugüne kadar pek fazla sayılmayacak kadına gülümsemiş ve onları gülümsetebilmiş bu gencin içinde yeni bir vadi mi kış uykusundan uyanıyordu, yoksa gelip geçici bir bahar hevesi kış sonu camların buğusuna mı tutunmaktaydı? Bunları çok da düşünecek vakti yoktu genç adamın. Para kazanması gerekiyordu. Hayalleri vardı ya sonuçta onun için dişini tırnağına takmıştı. Ne vardı ona büyük bir miras kalsaydı. Mesela bir konak kalsaydı, altta iki büyük daire ve çatı arasına çıkan bir merdiven. Çatı arasında kendisi kalıp kalan yeri bir doktora veya eczacıya kiraya verebilirdi. Bu sayede hem o insanlarla da ara sıra yemeklerde sohbet eder, eğitimi ve gelecek fikirleri için bilgi paylaşımları olabilirdi. Kriminal incelemeler nasıl olur bir şeyin bir cinayeti tanımlaması için nasıl bir kimyasalla muamaele edilmesi gerekir bunlar aklını kurcalıyordu. Bazen geceleri meraktan dudaklarını ısırıyor, bir oyana bir buyana dönüp çarşafı bir kenara topluyordu. Kesin bir şeyler yapamamanın verdiği huzursuzluk onun için yetip artarken bir de şu güzel çizimleri olan genç kadın çıkmıştı ortaya. Niye öyle özenli işlenmiş gibi hafif kıvırcık omuzlarına anca düşen saçları vardı ki. Hayır bir insan ilgilenmiyorsa neden süklüm püklüm geçen genç adam tam ona bakarken sağ kaşını kaldırıp ona doğru başını bir kaç santim oynatırdı. Ya, yoksa gerçekten şu sevda denen şeye tutulabilmiş miydi Nasey? Yani yemek yemelerinin azalması, ara sıra kaygılanması, gökyüzüne bakıp ahenksizce gülümsemeleri hayata duyduğu meraktan değil miydi? ”Besbelli aşıksın işte salak” deyip öbür yanına dönüverdi. Bir süre sonra uyuyuvermişti hafif sırıtarak. Kararlıydı Nasey, gidip bu genç kadın ile tanışacaktı. Peki, ya nasıl? O gördüğü kısa saçlı güzel gülümsemeli kıza bile gülümseyip bir merhaba diyemeyen bizim Nasey mi başaracaktı bunu, hadi canım sende. Peki bir de unuttuğumuz bir şey yok muydu? Ya bu genç kadın başka birini beğeniyorsa veya aman sakın, evliyse. Yok canım onun gibi birisi hemen öyle gönlünü kaptırıp evlilik çemberine düşmezdi ya. Sanki çok tanıyor gibi zihninden okuyup duruyordu bu replikleri, Nasey. Bayan Siharen, onun gülümsemelerinin anlamını çözmüş gibiydi. Evet belki uzun süredir tanımıyordu onu ama onun nasıl mutlu olabildiğini nelere, ne zaman canının sıkıldığını adı gibi biliyordu. Aslında hiç de bahsetmiyordu ondan, ya da Nasey mi öyle sanıyordu? Pencereye doğru baktığında gidip perdeyi kapatmak için uzandığında o genç kadının sokaktan geçişini görmüştü ve derin, tatlı bir nefes almıştı, hiç bir şeye aldırmadan. Bu Bayan Siharen’i aldatamayacak kadar apaçık bir çarpıntı belirtisiydi. Bayan Siharen de ona yapabildiği kadar gülümsemeye çalışmıştı bu davranışı sonrası. Piyano ve akordeona olan hevesi her geçen gün artıyordu aslında Nasey’ nin ama o öğrenmek değil de özgürce keşfetmek istiyordu ve bazen şu koro şefinin sohbetlerinin fazla uzadığını düşünüyor, bunları piyano çalarken de yapabileceklerini ona söylemek istiyordu. Aslında çok geçmeden bu isteği bir nevi geçeği dönüşür gibi oldu çünkü koro şefi eski salgın sonrası kaldığı o yerde ağır rahatsızlanmıştı. Ne fazla laf edebiliyor ne de onun sözünü kesmek veya piyano çalışına karışmak için hamlelerde bulunuyordu. ”Büyük ihtimalle” dedi koro şefi, ” şu eski salgın o kadar da eski değil galiba, hem çok da iyi yaşadığım da söylenemezdi ya, belki uçurumun olduğu tarafa doğru sürükleniyorumdur ya da düşeceğim vadi öyle can acıtmadan beni kucaklayacak ve -hoş geldiniz bayım biz de sizin için bir konçerto hazırlığındaydık- diyecek”. Bu cümleyi kurması onun altı hatta yedi dakikasını almıştı. Artık sigarayla falan da haşır neşir değildi. Nasey bir yandan hafif hafif piyano çalıyor bir yandan yaşam, insanlar, yaşanmışlıklar ve bazen de türlü uslanmaz besteler üstüne biraz sohbet tüttürüyorlardı. Artık, piyano üstünde o istediği keşfi yapmaya başlamıştı. Huzursuzluk belirten notalara üç dört kez bastıktan sonra umuda dokunuyor sonra orada takılı kalıyordu. Ara sıra da mutluluğa bir kaç dokunuş hakkı vermek gerekiyordu, elbette. Bu sayede, sanki o genç kadına içini dökebiliyordu. Sahi o genç kadın sadece güzel resimler yaparak mı var oluyordu? Geçici başlamıştı ya işe, geri kalan zamanda ne yapıyordu ki? Acaba, ya gidip denizci veya gezgin bir mühendise ya da mimara şiirler mi düzüyordu. Yoksa onun gelişini bekleyerek gökyüzüne ya da uçsuz maviliklere sessiz çırpınışlar mı sunuyordu? Olamazdı ya böyle hep, gidip konuşmalıydı. Evet, o cesareti buldu kendinde. Hafif mavimsi o yeleğini bir çekiştirip ona kibarca ” pardon, merhaba, sen, seni yani sizi, buralarda görüyorum da ne zamandır, acaba isminiz nedir, bir şeylerle ilgileniyor musunuz, mesela mimarlığa hevesli olabilir misiniz, lütfen sorularımı içten birer buket olarak görün” diyecekti. Gece çok zorlu geçti, hayır, Bayan Siharen onun telaşının farkında olduğundan, pek ses çıkarmadı, zaten mesele Nasey’ nin için için kaygılara kapılmasaydı. Öğleden sonra onun geldiği saati biliyordu tam saat üç yirmi dörtte onların alt sokağından hızlıca geçiyordu. İşe büyük ihtimalle saat üç buçukta başlıyordu. Çünkü o yolu hızlıca geçtiğinizde bir dakikada pasta fırınına ulaşabiliyordunuz. Pek tabiî onun gibi birisi de işe beş dakika önce giderdi. Nasey hazırlandı, hatta antikacının bir tanığından güzel bir koku da ödünç alacaktı, o gün. Aksilik o ya, o güzelim parfümü verecek olan eczacı saat ikide değil de ikiyi yirmi geçe gelmişti. Neyse hâlâ bolca vakti vardı. Saat üçü yirmi geçiyordu, caddeye doğru giden yolda onu beklemeye başladı. Evet, tam da karşıdan bu sefer çok daha hızlı geliyordu. Biraz, heyecanlanacaktı ve bunun farkındaydı. Bu sebeple, otuz beş, otuz altı kere prova yapmıştı. Peki, bu sefer neden bu kadar hızlıydı. Acaba onu fark edip, hızlıca gelip onunla küçük bir sohbet sonrası biraz daha yavaşlayıp işe sakince gidebilmek için miydi? Neden iş çıkışını beklememişti. Ama o zamana hava kararıyordu, bunu daha önce kendi kendine tartışmıştı ve hava kararmasına yakın hem de o yorgunlukla konuşabileceklerini sanmıyordu. Tüm cesaretini toplayıp, tam ona bir kaç metre kala yüzüne baktı ve ”pardon mer…” diyebildi. Çünkü genç kadın o kadar hızlı gitmişti ki devamını söyleyemedi, bile. Ne olmuştu, neden bu kadar umursamazca geçip gitmişti. Yoksa, evet onca zaman içini yiyip kemiren şey kesinkes doğruydu. Bağlı olamayacağı birine selam verip vakit kaybedemezdi. Koşarak uzaklaştı oradan. Denize kadar koşmak istiyordu, yaklaşık dokuz kilometrelik bir yoldu bu. Gelin görün ki Bayan Siharen ile de ilgilenmesi gerekiyordu. Döndü, ağır ağır evin bulunduğu sokağa girdi ve sessizce kapıyı açtı. İçinde her şey paramparça olmuş ne gülümsemeye ne de merhabaya yetecek bir kırıntı arıyordu. Zaten şuan dokunulacak gibi değildi. Bayan Siharen onun çaresizliğini fark etti ve homurdanmaya başladı. Hiç bir şey söylemedi, biraz yorgun olduğunu belli edercesine omzunu silkti ve mutfağa yöneldi. Aslında, yorgunluktan gram eser yoktu. Acınılası bir sonbahar sanki ona hasta olmak üzereyken rastlamış gibiydi, sadece. Yemeği bir türlü yapamıyor, doğradığı şeylerin bir kısmı büyük bir kısmı küçük ve anlamsız parçalardı. Ezmeyi bile unutmuştu bazılarını. Unuttuğunu fark edip biraz ısınmış yemeğin içine elini daldırdı parçaları çıkarıp ezdi, tekrar yerine koydu. Elini silme gereği duymadı bile. Fark etmemişti ama saat altı olmuştu. Yani, yarım saat sonra genç kadın işini bitirecek minik elleriyle çalışanlara el sallayıp, iç kıpırdatan gülümsemesini sunup yola koyulacaktı. Ama bir dakika, Bayan Siharen kaç dakikadır sessizdi. Yanına uğradı, güneş baya batmaya yaklaşıyordu, peki nasıl olurdu bu daha yaklaşık on beş yirmi dakika yok muydu, söylendi Nasey. ” günler mi kısalıyor, aksi gibi baharda hem de?”. Bayan Siharen, ona saati göstermeye çalışmıştı kendince, ne vardı bunda. Yemek hazır olacaktı neredeyse. ” Peki, sabırsızlanmayın, yemeği getiriyorum demişti.” Mesele aslında yemek saati değildi. Çünkü duvardaki saat onun saatine göre yaklaşık yirmi dakika ilerideydi. Peki nasıl olurdu, bu? Saatini yakın zamanda tamir ettirmesi gerektiğini hatırladı. Nasıl yani, peki benim saatim yanlışsa onun da mı yanlıştı, yoksa işe neredeyse yirmi dakika geç mi kalıyordu? Evet, Nasey sonunda farkına varmıştı. Sanki, aldığı tüm kimya ve kriminal inceleme kitaplarını okumuş gibi bir sevinç kapladı içini. ”Evet, yemek geliyor şimdi, tamam dedi”. Büyük ihtimalle genç kadın işe geç kaldığı için onu dinlemedi bile. Çünkü, zaten işe başlayalı çok uzun zaman olmamıştı ve hayli kısa olan çalışma süresinde yaklaşık yirmi dakikalık kayıp çok kötü bir şey olurdu. Peki, peki ya neden gecikmişti, işte yemek sırasında aklını kemiren de buydu. Yoksa o salak mimar adayı genç, çizimleri arasına bir çiçek mi kondurmuştu onun için, yoksa o denizciden bir mektup falan mı gelmişti? Ne gibi bir şey ona bu vakti kaybettirebilirdi ki, bu sorular sırasında yemeği buz gibi olmuş, Bayan Siharen ise huysuzlanır gibi homurdanmaya çalışmıştı. İş çıkış saati geçmişti, genç kadının. Bu sebeple bugün gidip onun karşısına dikilip konuşma fırsatı yoktu. Yine de o şansını deneyip fırladı sofradan. Pasta fırını gittiğinde kapanmak üzereydi ve caddede de pek kimse yoktu. Ertesi günü bekleyene kadar karnına türlü ağrılar girmişti. Öğleden sonraya kadar zorla bekleyebilmişti. Biraz kimyaya dair şeyler okumuş biraz piyano için müzisyenlerin olduğu bir çevrede bir kaç sohbete katılmış. Aslında aklındaki tek şey, genç kadının kendisine ne diyeceği olmuştu. Saatini bu sefer bir kaç kişiyle karşılaştırdı ve iyice emin olduktan sonra yola koyuldu. Saat üçü yirmi iki geçe genç kadını sokağın başında gördü. Genç kadın, onu başta fark etmedi, belki güneşin yüzüne doğru gelişinden yahut sokağın boğucu havasından ama yaklaştıkça ona doğru sanki heyecanla geliyordu. Nasey, genç kadına doğru yürüdü: ” özür dilerim, dün sanıyorum işe geç kalıyorken sizi rahatsız ettim galiba ama sizle ilgili bir kaç şey mer..” sözü kesilince heyecanlandı, başını eğdi. Genç kadın: …
Devamı gelecektir.