Gözümü kapadığımda tenimi yalayıp geçen rüzgarın, yaprakların hışırtısıyla birlikte kuşların ötüşünün senfonisinin bu denli ahenkli bir müzik oluşturmasının huzurunu yaşabiliyorum her zaman. Gözümü açtığımda gecenin karanlığını değil o karanlıkta yok olsa bile bizi aydınlatan yıldızların eşsizliği ve merhametini güneşin hala geceyi aydınlatmak için ayı kullandığını görebiliyorum. Bu kadar eşsiz bir evrene isyan etmek değil ki amacım. Doğanın bu denli benim için çabalaması konuşmadan dokunarak belki bir müzik edasıyla oluşan her bir sesle bana iletmesi yetiyor.
Kesinlikle derdim evrenle değil. Başlı başına kendi türümle. Yalnızlığıma çekilmek istemem bu yüzden belki de. Fakat uyuşturucu gibi insanlar. Ya da ben mi bağımlıyım onlara. Sevilmek istemek, bu arzu beni onlara itiyor. Düşündüğümde sevgiden başka karşılık istemiyorum. Ya onlar? Saf sevgi, çıkar ve tatmin duygularının yerine geçmiş ve bir bağımlı için bu sanırım büyük bir hayal kırıklığı. Eğer bağımlıysan o etken maddenin vücuduna girmesi seni rahatlatır. Seni kandırıp uyuşturucu yerine şeker verilirse bunu bilirsin ve tepkilerin giderek artar. Mutsuzluk, öfke ve isyan. Daha bir sürü duygun iç içe geçer. Benim bağımlılığım sevgiye. Peki insanlar niye bir maske takıp evet seni seviyorum diyorlar. Hayatta sürekli istemediğin gibi davranmak insanı yıpratmaz mı? İlk önce kendilerini sonra karşısındakileri yıpratıyorlar.
Sürekli benden giden bir duyguyu geri alamazsam bana kalacak? Hayal kırıklığına uğramak yerine kaçmaya çalışıyorum. Öyle bir zehir ki ben kaçtıkça onlar geliyor ve onlara dönünce tekrar gidiyorlar.
Cehennem gibi bir şeydir bağımlılık. Ve de birçok şeye bağımlıysanız.
Tanrının parçalarıyla derdim varsa tanrının kendiyle tartışmalıyım deyip ona kafa tutuyorum. Bu arada dua etmeye bağımlılık konusu da buradan geliyor. Hiçbir duyu organımızla hissedemediğimiz mükemmel tanrıya öyle bağımlıyız ki. Çünkü birileri var olduğuna inanmış. Bizi de zamanında inandırmış. Şuan inanmasam bile beynimizde ki o kocaman boşluğu anlatamam size. Korktuğunda sığındığın mutlu olduğunda şükrettiğin biridir o. Şu aralar korktuğumda ne yapacağımı bilmiyorum işte. Doğal süreçlere kendimi emanet ediyorum. Adrenalin yükselir titremeler başlar ağlarsın falan sonra korku zamanla yok olur. Tanrı umutmuş aslında. Kurtulma umudu, süreklilik umudu, dileklerin altında yatan o kocaman bir umutmuş. İçimizdeki umudun adına tanrı koymuşuz. Şimdi ben kendime mi şükretmeliyim? Yoksa korkarken kendimden mi yardım istemeliyim. İstenilen yardım anında size hiç ulaştı mı? Çok merak ettiğim bir konudur bu. Çünkü ben çok dua ettim. İstediğim zamanda hiç ulaşmadı. Sonradan olduğunda ise demek ki doğru zaman değilmiş dediler. Çünkü şüphesiz ki o her şeyin zamanını bilirmiş. Kelebek etkisi olayını tanrının büyük planına bağlama çabalarımız. Boşuna çekilen kürekten ibaret tanrı. Ya da zincirsiz bir bisikletle yola çıkıp ilerlemeyi beklemek. Birçok tanımım var. Tabi ki hiçbir şey bilinemez her şey olabilir. Ya varsa ? bu da kabulümdür. Çünkü varsa şanslıyız. En azından tevekkülü yaşam tarzı haline getirdiğimiz için başkalarını suçlama ya da kendini suçlama olayları olmayacak. J ya da inanılan cehenneme doğru, şirkten ötürü yol alacağım. J inanın ki bu da sorun değil. Ateş beni o kadarda korkutmuyor bu soğukta özellikle yaz gelmeyi başaramamışken. J tanrının var olmasını çok isterim. Ne güzel bir kalkandır o %100 beyaz o siyah. Oysa ki siz onun nefesi değil miydiniz? Niye siyaha yakın bir gri görüyorum. Tanrı büyük ihtimal beni fazla kale almıyor. Yaşamımın uzun bir bölümü onunla konuştum konuşmadığım zamanlar kavga ettim. İnanmadığım zamanlar ise küfür… J
Temel olarak bahsetmek istediğim kendimle kavgalarım olabilir. İnanmadığın bir şeye niye dua edersin ki? Çaresizlikten mi? Yoksa insanın beyninde ki tanrı noktasından mı kaynaklanıyor. Genelde belirsiz korkular yaşarım ve adrenalin çok yükseldiğinde yani kontrol edemediğimde doğal süreçlere izin veremediğimde kısacası başlarım dua okumaya. Yararı olduğundan değil biliyorum. Fakat geçmişte kodlanmış bir inanç var o an için şimdiki zamana ket vuruyorsun. Önceden yaşadığın o hyuzur duygusunu kısa süreli olarak sana yaşatıyor.bir nevi anlık uyuşturucu işte. İnsan belirsizliği sever çünkü. Görmediğini duymadığını merak eder. Çaresiz olduğuna inanmak yerine kutsal bir varlık yaratır kendinde.
Nietzche nin tanrı öldü ben tanrıyım sözünü ilk zamanlar tanrıya baş kaldırı olarak görüyordum ya da bir nevi isyan. Bence nietzche kendini bulmuş. Kutsallığın insani boyutundaki ahengin içinde yüzüyormuş. Sadece kendiyle savaşmış ve kazanmış. Bilimsel olarak insanlar görmedikleri şeyleri beyinlerinde şema haline getiremezler. Ya da duymadıklarını. Benim kafamdaki tanrı şeması beni mükemmelleştiren bütün beynim. Yani kısacası tanrı mükemmel ama bir direksiyon yönlendiren ise diğer uzuvlarımız. Tanrı yine benim hep oldum
Bu aralar sanki unuttuğum her şeyi anımsıyorum. Aslında geçmişin geçmediğini ya da geleceğin şuan yaşandığını zaman kavramının bir önemi olmadığını anın değerini anlıyorum. Anı yaşarken bile saniyenin katrilyonda biri hep geçmişte. Aslında beynin iki lobu arasındaki tam oluşmayan senkronizasyon bile bunun göstergesi. Aynada kendimi gördüğümde bile şimdiki halimi görmüyorum. Ne kadar çaresiziz bunu şuan yazarken anlıyorum. Sanki 99 model bir bilgisayara Windows son sürüm yüklüyormuşum gibi geliyor. Sanki bu beden beyni kaldırmıyor. Kapasitesi bu kadar fazlayken benim onu kullanamamam. Benim beynim benim tanrım. Eğer bahsettiğiniz başka bir tanrı varsa buradan çok uzakta ve inanın ego peşinde bizim ibadetlerimizi beklemiyor. Hele bizi yarattıysa tanrının hatalı üretimi olma şansımız çok yüksek.
Uzaktan bakıldığı zaman o kadar bütün ki sorunlar. Bağlı ve birbirine bağımlı. Her çözüm yeni bir problem doğuruyor ve çözülmediğinde sadece sorular evreni yaratıyorsun kendine. Hiç soru sormamak mı en güzeli? Düşünüyorum da problemim kendi türümle de değil sadece kendimle.