AY IŞIĞIM
Neden “Ay Işığı” diyorum sana, biliyor musun?
Çünkü hayatın rengi kalbimi boyarken siyahlara; yüzümü yalnızca ay ışığı okşadı. En çok o sevdi saçlarımı, ellerimi. Şefkatle yüzümü yıkardı karanlıklardan. En çok onu sevdim bende sevmelerimin içinde. Her gece ellerimi tutup kalbimin korkulu rengine düşen yalnızca oydu. Çocukluk hayallerim o karanlık yollarda düşmesin diye, oydu yollarımı aydınlatan. Küçük bir adamın hem oyun arkadaşı, hem koruyucusu, hem en şefkatli sevdiğiydi belki de.
Çocukken çok korkardım karanlıktan. Arkadaşlarımdan veya gececi babama yemek götürmelerden dönerken eve her akşam, karanlık sokaklarda yapayalnız kalırdım. Hep büyük büyük görünen ama ben büyüdükçe küçülen gecekondu evlerin aralarındaki dar sokaklarda karanlık düşerdi gözbebeklerime. Kalbim bir serçe gibi çırpınırdı göğüs kafesimde. Küçücük bir ses yolların ortasında durdururdu ansızın korkulu, kararsız adımlarımı. Sürekli sağa sola bakarak ve nefes alışverişlerimi duyarak yürürdüm. Bitmezdi o yol, hızlı ama ürkek adımlarla yürüdükçe sanki uzardı bir yandan. Yol uzadıkça korkum artar, korkum arttıkça yol uzardı. Her bir ev ne kadar büyürdü gözümde, pencerelerden sızan kimleri aydınlattığını bilmediğim ışıklar yardımcım olurdu. Yürüdüğüm sokaklardaki en çok sevdiğim ev, perdelerinin hiç kapatılmadığı ve kenarında sürekli yaşlı bir amcanın oturduğu evdi. O amcayı görmemle cesaretim hücum ederdi ayaklarıma. Başımı kaldırır, büyükler gibi korkmayarak karanlıklardan yürürdüm pencere ışığı ile. Ama ışık azaldıkça kalbim yeniden çırpınmaya başlardı. Özellikle aysız gecelerde kalp atışlarım deliye dönerdi. Her yer zifiri karanlık olur, ne yol, ne evler, ne duvarlar görünmezdi. Ay varsa gökyüzünde o sokaklarda duvarları, taşları, kapıları, ağaçları görerek yürürdüm. Ve kendi kendime gündüz olduğunu hayal etmeye çalışırdım. Şimdide sürekli mutluluk hayalleri etmeye çalıştığım gibi. Ne komik kendini hayal ettirmeye çalışmak !
Ay ışığı, o sokaklara mecburen düşüşlerimde, güvendiğim tek yakınım olurdu sanki. Severdim Ay’ı; yalnız bırakmazdı evimizin kapısına kadar saçlarımı, çırpınan yüreğimi. Evimizin kapısından içeri girene kadar tutardı ellerimden sanki. Evlerin çatılarına dökülürken karanlık, kurtarmaya çalışırdı her bir şeyi karanlıklardan sanki. Usul usul süzülürdü bulutların arasında sanki gökyüzünde kayıyormuş gibi. Bazen birkaç adım atardım ona bakarak. Yolumu aydınlattığı için bilirdim üç beş adım sonrasını. Onun beni hiç konuşturmadan, hiç talep etmeden yardım edişi, aydınlatışı küçücük bir adamın saçlarını, yüzünü, beni ona daha da bağlardı. Evimizin avlusundaki sedire uzanıp bazen, saatlerce izlerdim gökyüzünün karanlık denizinde yüzüşünü. Üzerindeki kraterlerin izlerini, her bir kıvrımını aklıma kalbime kazımıştım adeta. İlk karanlıklarla tanıştığımda küçücük bir adamdım ve yalnızca siyahın yeryüzünü boyaması zannederdim karanlıkları. Meğer güneşlerin çokça olduğu günlerde de zifiri karanlıklar varmış bolca. Meğer hayatın bir çok zamanı karanlıklarla geçiyormuş. (Ve insan büyüdükçe karanlıklar daha karanlık ve daha yorucu oluyormuş.) Işığın olmadığı karanlıklardan değil, bu defa ışığın çare bulamadığı karanlıklardan korkuyormuş büyükler. Keşke küçük bir adam olarak kalsaydım ve ışıksız karanlıklardan korksaydım hep. Ay ışığım beni hep arkadaşlığıyla, şefkati ile korurdu.
Büyüdüm; evlerin aslında hiçte o kadar büyük olmadığını anladım. Meğer yalnızca yüreğim küçükmüş, yalnızlığı, vefasızlığı ve hayatı anladım. Sık sık ağır, imtihanlar dersler gördüm hayat okulunda. Yine yollarım karanlık ve çıkmaz sokaklara düştü. Zamana yetişemedim bir türlü. Hep kaçtı elimden olmam gereken zaman, hep benden kaçtı sanki, geç kalındı her şeye. Zamanlar karanlıklara boyandıkça, güneşler doğdu evlerin çatılarına, İnsanların saçlarına, ağaçların yapraklarına ama ben hep güneşsiz kaldım. Hayat ağır bir travma gibi aklımın her köşesine saçıldı. Artık karanlıklarda kalmanın gerçekte ne demek olduğunu anladım. Elimden, kalbimden, insanlarımdan hiçbir şey gelmedi. Ömrümün elektrikleri kesilmiş ve hiçbir kandilde yağ kalmamış gibi.
Ta ki seni görüp yaşamın bir anlamı olduğu umudunu yudumlayana kadar. Her sabah güneşin doğduğunu gördüğümde, gözlerimdeki, kalbimdeki pasın renginin açıldığını anladığımda; karanlıklardan ilk defa korkmadım. Yeniden ay ışığı beni bulmuştu işte. Saçlarımın şefkatsizliğine yetişti ışığın. Korkularım, karanlıklarım nasıl da hayat rengine büründü, beni büyüten varlığının yanında ne kadar küçük kaldı korkular, karanlıklar. Seni sevmek ne kadar aydınlıktı, beni seviyor olma ihtimalin evreni bile aydınlatıyordu sanki. Bütün kainat aydınlığınla yeniden ısınıyordu. Sana binlerce, on binlerce ismin arasında en yakışanıydı ” Ay Işığı.” Çünkü sen “ay ışığı” ydın. Varlığınla gecelerimi, gündüzlerimi yıldız yıldız süsledin, gökyüzümü sonsuz mavilerin denizinde yüzdürdün, yüreğimdeki denizden yüzüme mavi bir özgürlük perçinledin.
Ay Işığı’m, her gece hayal ettiğim ellerin saçlarımı okşadı. Kimsesiz ve hiç şefkat rüzgarı değmemiş saçlarımı okşarken sen, daldım uykulara. Ağırdı yaşamak ama sen varsan ölüm bile ne kadar hafifti. Işığındaki pervaneler evrenin her bir köşesinden kopup gelmiş yıldızlar gibiydi. Aralarına karıştım pervanelerin, gözlerindeki huzur denizine düşen minik bir yıldız da ben oldum, fark etmedin sen. Sana “ay ışığım” dedim. Hiçbir zaman hiç kimsenin ay ışığım olamayacak kadar ay ışığım olduğun için. Bir ömre tek bir ay, tek bir ay ışığı düşebileceği için. Ölüme, her gün yavaş yavaş yürüdüğüm karanlık hayat yolunda kalbimi, ömrümü aydınlattığın için.
Şimdi tutuldun kara bulutların arkasında… Işığını yitirdi evren. Ben yine kalakaldım, çocukluğumda kaldığım gibi, o sokaklarda kimsesiz, korkulu, kalbim çırpınır halde. Sustu sonsuz evren karanlığın içinde. Tutuldun Ay Işığı’m seni benim gibi asla sevemeyecek zamanlara. Aydınlattığın karanlıklarda sana ihtiyacı olmayan siyahların elinde, sen de karanlıklara tutuldun. Ay ışığı tutulması yaşadı ömrüm hiç kimse görmeden, bilmeden. Ölümü bekliyorum şimdi güneşlerin yeniden doğması için. Ömrüm bitsin, güneşim doğsun artık. Çok korkuyorum pencerelerin hep kapalı olduğu bu yalnız ve sensiz dünyadan…
Aya tutuldu zaman, zamana tutundu ay
Vefasız çıktı zaman, beklemedi yıldızları
Her karanlık bahtına değdi bahtımın
Emrine boyun eğdi bütün yazgılar ay tutulmasının
Büyük bir adam sığdıramadı küçücük kalbine ömrünü
Ömrü dökülüp saçıldı ellerinden zamana, toplayamadı
Kimsesiz kere hiç kimsesiz baktı gökyüzüne
Ay unuttu, yıldızlar dağıldı, zaman ışıksız kaldı.
Ömrü için ömrünü verse de ayışığına, ay gitti zamana tutuldu
Adam zamanı kaybetti, zaman adamı aysızlığa hapsetti
Ay gelip adama tutunamadı…
Yaşar Hakan YEĞİN