Genelde hayra yorarak başlarız bu konudaki konuşmamıza ya da sohbetlerimize. Özellikle bir arkadaşımız veya yakınımız ise daha metanetli olmaya davet eder, asla toz kondurmayız ona. Empati kurmaya çalışmayız da kalıplaşmış klişerlere gideriz her nedense… Oysa bizi dinleyecek halde değildir zaten. Daha doğrusu klişelerimizi dinleyecek halde değildir çünkü o da inanmaz bize.
Kısacık da olsa o klişelerden bahsetmek istiyorum, hoş hepimiz biliyoruz ama olsun. Mesela ‘O kaybetti, sen boş ver sıkma canını’ klişesi. Tanıdık geldi öyle değil mi? Ya da mesela ‘ Her işte bir hayır vardır’ klişesi. Evet, vardır her işte bir hayır ama söylenecek zaman mıdır bu? Ayrılığı sade ve sadece yaşayan bilir bunu unutmamak lazım. Bu arada ayrılık demişken şimdikilerden bahsetmiyorum tabii ki, hani üçüncü gün sıkılıp da ayrılanlar familyası var ya, onlar değil. Emek verilmiş, hayallerin süsü olmuş ilişkilerden bahsediyorum.
Her ayrılık gerçekten bir başlangıçtır iyi veya kötü fark etmeksizin. Yeni bir bilinmeze alınan bilettir, görülmeyen bir yeri ilk kez görmeye gitmektir her ayrılık. Her ayrılık başka bir limanda inilen yerdir mesela. Tadı başkadır her ayrılığın, kimi tatlıdır kimi tuzlu. Kimi tuzludan vazgeçerken zorlanır kimi tatlıdan, yani her şekilde de zordur şüphesiz. Peki evreleri nelerdir dersiniz ayrılıkların?
Hemen her şeyde evre olduğu gibi ayrılıklarda da evreler tabii ki vardır ve herkese göre farklıdır. Çok fazla öznel bir haldir ayrılık, bu sebepten ötürü çok fazla cümlesi dökülür satırlara farklı farklı. Benim satırlarımda iki evreye sahiptir ayrılık bu arada.
İlki, ‘onsuz yapamam’ evresidir. Onsuz öleceğimizi düşünür, çaresizlikle dolanırız ortalıkta. Bazen yatağa saplanırız, bazen sokaklara bazense sessizliğe. Sağlıklı düşünme hali baya uzaktadır bizim olduğumuz durağa ve tek vesayetle de gidilemez haliyle. Oraya buraya sora sora, ondan bundan yardım alarak ve sonunda gideceğimiz yere ulaşarak noktalarız bu evreyi. Sonra başka bir evre karşılar bizi tebessümle. Tebessümle karşılar çünkü her şey ılımandır bu durakta, hava olsa olsa parçalı bulutludur.
Bu ikinci evrede geçmişte bırakmayı becerebiliriz ayrılığı. Karşısında kahve bile içeriz zaman zaman. Tebessümle yad ederiz ayrılığı ve ‘onu’. Ne pişmanlık sarıyordur artık benliğimizi ne de çaresizlik. Olsa olsa tatlı bir özlem hissi dokunur hafif bir esintiyle ama asla üşütmez, aksine hoşumuza gider. Bir yudum da bu özleme içeriz ve döneriz yönümüzü bu tarafa. Adına ister yaşanmışlık deyin ister mazi. Ama bugün neredeysek, oralardan gelmişizdir, bu yüzden tebessümle anmak daha makuldür sanki. Dedim ya öznel bir hal bu.