Bazı şeyleri yazmak için çok beklettiğim oldu baba. Mesela bu cümlelerimi yazmak için tam iki sene bekledim. Bugün tarih 24 Kasım 2016. Çoğu insan için bu tarih öğretmenlerin özel gününü ifade ediyor. Bir yere kadar bende de durum öyleydi, ama bir yere kadar; yani sen gözlerini kapatana kadar… Sana yazarken Villeneuve’nin Mercury şarkısını dinliyorum ve üzerimde mor kazağım var. Beni en son bu kazakla görmüştün diye hatırlıyorum.
İki senedir yoksun ve yokluğunda çok şey değişti baba. Bir keresinde hiç unutmam, üniversiteden mezun oldum. İnanır mısın, bir yerlerden mezun oluşumu gördüğünü bile hissettim. Bu arada seninle en son satın aldığımız kitabın yazarı partisinden ihraç edilmiş, bu olay bile bana seni hatırlatıyor. Sonra sonra… Botlarımı tamir ettirdim baba. Bağcıklarını bağlamayı hastanede akıl etmiştim ya hani, o botlar. İpleri nasıl da sallanıyordu sokaklarda. Ayrıca artık daha çok su içiyorum baba. Bir şişe, bir şişe daha… Yağmurda ıslanmak da çok hoşuma gidiyor mesela, eskiden de hoşuma giderdi ama şimdi bir başka anlamlı benim için. Öldüğün günü hatırlatıyor bana; seni kaybettiğim akşam ne yağmur yağmıştı ve ben hastanenin önünde çok diye bir şey varsa eğer ne çok sırılsıklam olmuştum baba. Yağmura, gözlerimden akan yaşlar da karışmıştı ve ikisini birbirinden ayırt etmeyi o gün öğrenmiştim. Ayrıca metrolardan da nefret etmiyorum ve hâlâ dondurma yiyorum; son dondurmanı benimle yediğini unutmadan. Fenerbahçe’nin maçlarını çok takip edemiyorum eskisi kadar, sen olmayınca. Kızma Birader oyununu da oynamıyoruz evde. Üç kişiyle tadı çıkmıyor, hem senden başka en güzel kimi kızdırabilirim ki artık?
Bak ama değişmeyen şeyler de var baba. Hâlâ Can Atilla’yı ve Rammstein grubunu dinliyorum. Cebinden çıkan tesbihi çantamda taşıyorum. Şiir yazmaya devam ediyorum. Kitap okumalara, mektuplara ve sana olan hasretlerime de devam… Tanıyorsun biricik kızını işte; o kız senin yokluğunda çok dersten geçti lakin hayatta(n) kaldı.
Elif Ateş
İstanbul
24/11/2016