İki insanın yüreğini birleştiren bir bahçe olurmuş. Bin bir türlü çiçeği içinde barındıran bir bahçeymiş bu. Güller, sümbüller, karanfillerle doluymuş bu bahçe. Ama çiçeklerin en masumundan bir tane varmış, tekmiş, yalnızmış, eşsizmiş. Çiçeklerin en masumu kimdir siz bilir misiniz? Papatyadır. Umudu yapraklarında saklayan, tek yaprağıyla insanın yüreğine baharı getiren papatya… Bir de uçuşan rengârenk kelebekler varmış. Onlar kanat çırptıkça çiçekler süzülürmüş. En güzel kelebek bana konsun, benim kelebeğim olsun derlermiş. Fakat kelebeklerin en güzeli, en ihtişamlısı, en beyazı bir çiçek ararmış. Öyle bir çiçek istermiş ki bir tane olsun, eşi benzeri olmasın, onun olsun. O yüzden kıpkırmızı gülleri, dalından sarkan sümbülleri, kocaman açmış karanfilleri beğenmezmiş.
Bir gün karşısına nazlı nazlı süzülen papatya çıkmış kelebeğin. Heyecanlanınca insanların midesinde uçuşan kelebek, şimdi kendi içinde bir kıpırtı hissediyormuş. Anlam verememiş buna. Masum papatyayı izlemiş günlerce.
Gün gelmiş uzaktan gözetlemek artık beyaz kelebeğin canına tak etmiş, bu hasrete son vermek istemiş. Her şeyi göze alıp bir gün çıkmış papatyanın karşısına. Papatya kelebeği görünce ne diyeceğini şaşırmış, dili tutulmuş adeta. Bahçede gördüklerinin en güzeliymiş bu kelebek. Bembeyaz kanatları huzur yayarmış etrafına. İşte o gün papatya ilk defa bir kelebeğin kanadına konmasına izin vermiş. Kelebek ise ilk defa o gün bir çiçeğin kokusunu içine çekmiş. Diğerlerine benzemeyen, huzur kokan o kokuyu ciğerlerine çekmenin verdiği hazzı tatmış. Sevginin ne demek olduğunu öğrenmiş. Huzuru koklamayı, aşk denen hissi, içindeki kıpırtının verdiği mutluluğu tanımış.
Anlamışlar ki herkesin yüreğindeki boşluğa konacak bir kelebeği ve herkesin kokusuna hayran kalacağı bir papatyası olurmuş. Şimdi siz karar verin bakalım. Düşünün ki siz o bembeyaz kanatları olan kelebeksiniz. Kendinize hangi çiçeği seçerdiniz?