-Sen gidince çocukluğum da gitti sanmıştım.-
Öncelikle… Öncelikle burada sözcüklerin kifayetsiz olduğunun, onlara yüklediğim anlamların artık işe yaramadığının, boğazımda tarifi imkansız şeylerin düğümlendiğinin, gözlerimin yaşları akıtmamak için kirpiklerimi oynatmadığının, tek yapabildiğimin kağıda kaleme sarılıp yazmak olduğunun bilinmesini istiyorum.
Barış Manço! Umut, eğlence, barış, heyecan, zevk dolu yaşam bağımlısı bir genç ihtiyar… Seni sensiz anlatmak, sensiz seni yaşamak karanlık günde doğan güneşe, yağmur ardından yüzümüzü gülümseten gökkuşağına, tam “Bitti.” derken umudun yeşerdiği günlere benziyor Barış. Ama sen, nereden bileceksin ki…
Bu, “Adam olacak çocuk!” derken, bana arkadaşım eşeği anlatırken, bir başkasına kol düğmelerinin özenini, gül pembenin bağlılığını, dağların acımasızlığını haykıran adam, şimdi senin görüntülerini -yokluğunu bile bile- izlemek çok zor oluyor be Barış, çok dokunuyor insana!
“Yediden yetmiş yediye herkese kapım da gönlüm de açık.” derken sen, şimdi yedisindeki kimse tanımıyor seni. Senin adın geçince “O kim?” diye verilen tepkilere alışamadım ben, halen. Ne acı, tanıtamıyoruz seni yeni neslimize –bu da bizim ayıbımız-. Senin şarkılarını dinleyerek büyüyemiyorlar bizim gibi, eğlenemiyorlar. Bir çocukla çocuk, bir büyükle büyük olabileceğimi senden öğrendim ben Barış. Akıl ve dirayetimin ak saçlılarınki gibi; ama kalbimin masum çocuklarınki gibi olması gerektiğini öğreten sendin bana.
Şimdi izliyorum televizyonda, anlatıyor Ali Kırca şu son on yılda ne kayıplar verdiğimizi. Neler yaşanmış, kimler göçüp gitmiş aramızdan; kimlerin isimleri bir meşale gibi aydınlatıyor yolu, kimler silinmiş hafızalardan. Çok aranıyorsunuz be Barış, çok!
Sen köyünden geçeli kaç yıl olduğunu saymadın; ama biz senin aramızdan göçeli kaç yıl olduğunu saydık Barış. On yıl olmuş, tam on yıl. Senin de söylediğin gibi çok mevsim geldi geçti görüşmeyeli. Sen nasıl özlediysen arkadaşını, biz de öyle özledik seni. Haber de alamadık senden, oturduk öyle. Çalarken şarkıların dolu gözlerle boş boş bakındık etrafımıza, dolu gözlerle boş boş…
Parmaklarındaki yüzüklerle, rengarenk giysilerinle, upuzun saçlarınla yıkmıştın –yakmıştın- sen bütün tabuları. “Yaz dostum!” dedin Sarı Çizmeli Mehmet Ağa’da, yazıyorum işte. Umarım görüyor, okuyorsundur bir yerlerden. Yazıyorum. Hayatı anlamamızı sağlayan filozof, çık gel, çık gel bir yerlerden…
Benim gözümden böyleydin sen Barış. Akıllarda her daim “Arkadaşım Eşek” ile, “Kol Düğmeleri”yle, “Dağlar Dağlar”la, “Gül Pembe”yle, “Aynalı Kemer”le; kocaman yüzükler, renkli giysilerle kalacaksın sen.
Unutma unutmadığımızı seni, unutma unutmanın unutulmaya yol açacağını.
Elveda Barış. Sonsuzluğa uzanan yolculukta güneşe ulaşma umudunu kaybetmemen dileğiyle. Yıldızları birer birer toplayıp karanlık yerlere ışık saçma isteğini kaybetmeden yürü yavaş yavaş. Kim bilir, belki bir yerlerde karşılaşırız da anlatırsın sonsuzluk yürüyüşünde neler yaşadığını.
Ebediyete uzanan yolda uzun uzun konuşabilmek dileğiyle…