Sırtımı ne vakit bir müziğin notaları arasına dayayıp, düşüncelerimi gözkapaklarımın içine hapsettiğim renkler nezdinde serbest bıraksam, dimağım hemen bilindik acı hadiselere yolculuk ediyor. Hep aynı acılara baskı yapıyor. Ayrı ayrı uzvumdan aynılaşmış sancıları bulup çıkarıyor. Sanki nerenizde ağrı? Diye soran bir doktorun el yordamıyla gezindiği bedenimde hissettiğim dokunuşları arasında ah! İşte orası… diye inlediğim bir sancı bu…
Önce pişmanlıklarım sıralanıyor sanki. Önüme kendi ellerimle diktiğim, o aşılamayacak sandığım duvarlar, gerilere ötelediğim, var gücümle tıkıştırıp üstüne fermuar çekmeye bocaladığım her şey beliriveriyor bir anda. Ve yine o dayanılmaz saniyelik sancılar… kalbim yerinde değil, kalbim tek kişilik, karanlık, rutubet dolu bir hücrede. Zifiri oluveriyorum bir anda. Keşkeler çıkıyor yine kilit üstüne kilit vurduğum eskimiş, çürümeye yüz tutmuş sandıklardan. Yine o çaresizlik hissi…
Şehirden şehre dolaşıyorum durmadan, yorulmadan. Hiç karşılıklı bir kahve içimlik bile zaman yaratmadığım insanları düşünüyorum. Ya da tek içimlik sigara mesafesi değdiğim hayatları. Neden diyorum? Neden geçtik ki birbirimizin çekim alanlarından. Neden değdi parmak uçlarımız hayatlarımıza. Ve neden sonra tekrar hiç olduk birbirimiz için. Buyurmak mi hataydı o hayatlara, yoksa oracıkta,daha ilk merhabanın ardından, soluklanmadan hoşçakallaşıp kotarmak mı kendini bambaşka dallara… bilemedim hiç. Zaten çoğu şeyi sadece bilemem ben. Düşünce yorgunuyum çoğu kez.
İnsanız be! Diyorum. Yanlış yapmak tıynetimizde var, yapacağız elbet. Nihayet bir soluk aralığı oluşuyor ciğerde. Özgürlüğü hissediyorum. Rüzgara karışan, onunla birleşip evrenin yenilmez kurallarına meydan okuyan saçlarımı yüzümde hissediyorum. Hayat var diyorum. Nasıl soyut olur, her duyumla hissedebildiğim bir somutlukla karşımda işte… beni affeder o affetmeli, ben de kendimi elbette. Affetmeli ki, bir sonraki pişmanlıklara yer açılmalı mevsimliklerin arasında…
Oldu bitti diyorum kendime. Mütemadiyen yinelediğim bir tekerleme olana dek. Oldu, bitti! Hayatın özeti değil midir bu nihayetinde? Olur, biter. Öğrendiklerin, edindiklerin kalır elinde. Bir sonraki durakta neyle karşılaşacağının garantisi yok. Bir tane canın, yaşayacak dolu bir ömrün var. Hayallerin, yapacakların… bir çocuğun masum gülüşü geliyor gözlerimin önüne hayalden bir perde halinde. Gözlerim küçülüyor o vakit. Gülerken hep böyle olur ya zaten. Tam dudağımın iki yakasına birer salıncak kuruyorum, içimde kalan en temiz ve çocuksu yanlar yılmasın, yıkılmasın diye. Asıl onlar terk ederse bir bedeni, ölür insan… Keşkeler biriktirmek istemiyorum daha fazla. Ard arda sıralamak istediğim umutlarım ve gerçekleştirdiğim hayallerim olsun istiyorum bastığım basamaklarda.
İnsanız neticede. Yolumuzu iyiye, doğruya, güzele yöneltmek istesek de her daim, günün tam ortasında, Güneş tepede göz kıptığı vakit, birden bardaktan boşanırcasına bir yağmura yakalanabiliyoruz. En hazırlıksız zamanımızda. Belki de diyorum, yapılması gereken başımızı üstümüzdeki tişörtün yakasıyla kuru tutmaya çalışmak değil de, bol bol ıslanarak tadını çıkarmaktır kim bilir…