Hiçbir şey hissetmiyorum… Belki de hissedemiyorum… Bilmiyorum…
Kafamı kaldırıyorum yavaşça. Yukarıya, en tepeye, en uzağa
bakmak istiyorum. Gökyüzünde görebildiğim, görebileceğim en uzak yere. En açık mavi, beyaza kaçan yere. Gözlerimi oraya dikmek ve uzun bir süre oraya bakmak…
Gözlerimi açamıyorum. Gün ışığı yüzüme vuruyor ve gözlerimi açmadığım halde gözlerimi daha da sıkı kapatmama sebep oluyor. ”Açma!” diyor sanki. ”Açma gözlerini.”
Soramıyorum ”Neden?” diye. Kafamı sallıyorum. Omuzlarım düşüyor. Açmak istiyorum gözlerimi, açamıyorum. Açsam, baksam, görsem en uzağı. Belki biter içimdeki en acı duygu. Açsam gözlerimi, baksam, görsem en uzağı, gülümseyeceğim belki. Açsam gözlerimi, baksam ve görsem en uzağı, o zaman rahatlayacağım belki de.
***
Elini uzat, tut ellerimden. Yavaşça okşarken işaret parmağımı, gözlerime bak. Gülümse, kafanı eğ ve okşadığın parmağıma bak. Tekrar kaldır kafanı. Parlayan gözlerinle bak gözlerimin içine. Uzaktan değil. Korkma. Gel. Bakabildiğin kadar yakından bak gözlerime, tutabildiğin kadar sıkı tut ellerimi, gidemeyeceğin kadar kal yanımda.
Bırak şimdi diğer elindeki bardağı. Soğudu o kahve. Sıkma canını, yenisini söyleriz. O da mı soğuyacak? Bir tane daha söyleriz… Boşver şimdi onu. Her iki elinle de tut ellerimi.
***
Neden dolu bu kadar içim? Neden dışarıya atamıyorum bu pis duyguyu? Neden sıkışıyor kalbim? Neden yanımda değilsin? Neden ellerim boşta? Neden gözlerim ağlıyor, benden habersiz. Neden çökmüş yanağım? Neden kıpkırmızı gözlerimin altı?
Nerdesin?
Nerdesin bilmiyorum. Ama her nerdeysen bir an önce gel. Çünkü bu gözler seni görmek, bu eller sana dokunmak istiyor. Bedenim sana susamış. Bir görse canlanacak, bir görse kendine gelecek.
Bak… Bu son gözyaşım olmayacak, biliyorum. Sen gelene kadar akacak, süzülecek, kuruyup gidecek belki bir zaman sonra. Ama akacak… Akacak…
Hadi gel… Bekliyorum…
Şimdi…
Şu an…
Ben saymaya başlıyorum… Gel, olur mu?
1… 2… 3… 4…