Her atacağımız adımda “acaba civarında incinmiş bir kalp var mıdır, hassas olunması gereken noktalar mevcut mudur…” diye düşünmek bu denli yorucu olmayabilirdi herkes böyle düşünebiliyor olsaydı…
Yazık ki (hız zamanında oluşumuz münasebetiyle midir bilinmez) haldır haldır yürüyüşleri moda edindik. Modern toplumun gereği gördük üstelik bu vurdumduymazlığı. Dönüp, gerimizde kalan manzaraya göz ucuyla bakabilecek vaktimiz dahi yoktu. Hep yoğun, hep yorgun, hep alakasız, hep umursamaz yaşamak belli zaman sonra marifet sayıldı. Gitgide ruhla değil bedenle ilgilenen, ruh değil beden olarak algılanan varlıklara dönüşmeye başladık ve işin korkunç kısmı bunu sevmeye ve benimsemeye başladık.
Ruhlarımız gerimizde bıraktığımız toz bulutları içinde kaldı…
Ruhlarımız yalnız kaldı, hasarlı kaldı…
Bedenlerimiz boş kaldı, eksik kaldı, değersiz kaldı ve biz suçu da dermanı da hep zamanda aradık durduk. Zamanımız yoktu, zamana yayılması gerekenler vardı, zaman ilaç olacaktı… Ama biz hiçbir yerimizi kımıldatmayacaktık!
Her şey gerçekten bu kadar kolay mı?
Peki ya kaybettiklerimiz, ya kaybetmekte olduklarımız ve kaybedecek olduklarımız bu kadar kıymetsizler mi? Yani kendimizi, egomuzu, nefsimizi, zaaflarımızı pompalayıp cilalamak bu kadar mı mühim.
Yoksa, artık Abidin emekli oldu da mutluluğu dijital yöntemlerle mi izaha çalışıyoruz? Öyleyse yok sayılmayı talep ediyorum!