Dostoyevski, Sartre, Camus ve Kafka ile yattım, şöyle bir gerçek var ki Kafka parmaklarını gerçekten çok iyi kullanıyor.
Her okuduğum kitabı yırtıyorum. Arkamdan iz kalsın istemiyorum insanlara. O kadar farklı bir dünyada yaşıyorum ki. Bir anda sevme olgusunu yarattırıyor içimde. Nasıl mı? Bakın, artık her şey bir marka olma sürecinde. Bir kalem ile yazdığını söyleyen bir arkadaşım vardı. Bence çok iyi bir yalancıydı. Bir sirkte şirk koşan trapezciyi yazıyordu. O kaleme özel bir anlam verdikten sonra herkes ona sahip oldu ve gerçekten de çok güzel şeyler yazmaya başladılar. O kadar dedim, bu kadar güzel şey varken, nasıl gerçekten de iyi bir süreçte yaşamımızı sürdürürüz. Nasıl yani dediler, onlara bir gün herkes bileğini kesmek isteyecek, çünkü en tatlı ve merak konusu o olacak dedim.
Sonrasında ise, bedenlerin markalaşma süreci başladı. İlk önce kendi giysilerimizle başladık, kullandığımız rujla ve arkasından o ruju yalayan adamların değişimi başladı. Bir ara duygusal bir adamla yattım, insanın içine nasıl bir ağırlık veriyor anlatamam. Beyaz tenimin üzerinde esmer bir adam, boyu da kısa, az da şişman, sakalları var ile yok arası, kaşıyarak düşünüyor ve sevişirken sanki bir çocuk bahçesindeymiş gibi bakıyor bana. Yer yer salıncak oluyorum, git gel yaptıkça içimde zincirlerimi kırasım geliyor. Olmuyor, insan sevmediği adamla da, aşık olduğu insanla da sevişemiyor. Nasıl bir şey oldu bilmiyorum ama tenimden soğumaya başladım. Birden, kendime zarar verme hissi, ilk başta sebze ile yaptım, sonra hamur işleri, keman ve tırnak makasına kadar devam ettim. Sonra sohbetlerimi azalttım, biraz akıl hastanesinde yattım, biraz da anti-depresan bıraktım. Beni herkes anlıyordu. Kimse beni anlamıyor demiyordum, nedense herkes beni anlıyordu. Herkes yanımda oluyordu. Saçlarımın sarısını herkes okşuyor ve gözlerimin içine bakıyordu. Sonrasında insan acı da çekmiyor oluyor. Biriyle özel bir şey paylaşamıyorsun, herkes kendi özeli yerine koyuyor seni. Herkesin ilk aşkı, ilk aşk acısı oluyordum. Bir şekilde her insanı sevme niyetim vardı. Bu bir hata mıydı bilmiyorum ama her şeyi sevme üzerine bakmıştım dünyaya. Dedim ya, insan zamanında Cezmi Ersöz gibi bir yazarı bile sevecek, Ezra Pound’un şiirlerini gerçekten de faşizme karşı tutku besleyen bir yazarın dizeleri olarak görmeyen biri olabiliyordum. Bakın, diyeceğim şu; bir öyküm var.
Herkese ait gibi hissediyordum. Kadınız, çabuk seviyoruz ve aldanmak istiyoruz. Tecavüzcümü bile sevebilirdim. Ama o zaman ölüydüm. Sevme nedenim ise, artık beyaz tenimden morarmış bir hale gelmiştim. Bana gidip topuklu ayakkabı almıştı, beni parçalara bölmüştü, parça parça sevmenin ne demek olduğunu artık algılayabiliyorum. İnsanlar sadece bir açıdan severler, sahip olma ve yetilerine göre, mesela, bir insan çok güzel hapşurabilir mi? Peki ya burnunu temizlerken bir insana aşık olabilir misiniz? Neden olmasın diyorsunuz? Bir insanın burnunu hiç görmediniz ya da gözlerini hiç görmediğiniz zaman olmuş mudur? Ya da şu dikilmiş bedenim, parçalarımı Tanrı bile sevmiyor ve bir bütün olarak birleştiriyorlar?
Biraz nar vardı. Ölmeden önce, ona bakıyordum. İçimi bıçakla deştiler, çocuk aldırdılar. O çocuğu bile sevebilirdim, o gece içime kaç adam boşaldı bilmesem de. Hiç kendimden tiksinmiyor muyum?
Hiç kendimden, hiç kendimden, tiksinmiyor muyum? Buna bile izin vermiyorlar ki, insanlar? Hiç kendi başıma kalamıyor muyum? Hiç, bir adamla sevişmeden, öpüşmeden, sadece çocukluğumu anlatarak, ya da olmayan bir insan üzerine konuşarak yatakta zaman geçiremiyor.Bunlar olsa da bir gün oluyor. Geçen gün bir kadınla seviştim. Bana sevişme sonrası büyüttüğü kızlarını anlattı. Çok tatlılarmış ve güzel gülümsüyorlarmış, isimlerini söylerken uyuyakaldım. Hayatımda en güzel sarıldığım anneydi fakat bir kadını nasıl sevmesi gerektiğini bilmiyordu.
Bir insan neden intihar eder ya da bir insan neden intihar etmez sorusunun cevabı da aynı. Biz bir şeyleri katletmeyi çocuklukta öğrendik, sonrasında bunu yasakladılar. Hepimiz bir hayvan ya da canlı öldürdükten sonra sorgulanmadık ama bir zaman sonra dediler ki, bak bunu yapma günah, bak bunu yapma yazık, bak bu yapma annesi çok kızar, bak o güçsüz? Güçsüz? Tecavüzcüm benden on kilo daha zayıftı.
Kendimi öldüremedim. İzin vermediler. Sordum arkadaşlarıma, akıl danıştım insanlara. Tek tek, hocalarımdan, anneme ve sevgilime hatta eski sevgililerime, valiye ve bir imama kadar. İmam mı demeyin, cidden de sordum. Bana uzunca anlattı. Ben de ona rüyamı anlattım. Tövbe etmelisin, dedi. Suç işlemedim ki dedim. Nereden biliyorsun dedi? İnsan suç işlediğinde vicdanı acımaz mı dedim? O da vicdan dediğimiz şeyi kaplayan bir güç var, ona şeytan deriz, o gören gözleri görmez, söyleyen dilleri, duyulmaz eder dedi. Ben de, vicdanımı kaplayan tek şey, şu bedenim dedim, imam gözleriyle beni süzdü. O anda vicdanımdaki şeytandan daha çok ellerimdeki ojenin rengine ve boynumun uzunluğuna dikkat ettiğini anladım. Ve dedim, benimle sevişmelisin, hoca efendi. Hayır, hayır, bunu söylemedim ama, benimle sevişmek istediğini şu sözüyle anladım. Kızım. Bir insan, defalarca, bir kadına kızım, kızım, kızım ve kızım diyorsa, ona karşı bir mesafe koyma çabasına giriyor demektir. Özellikle karşında genç bir imam varsa ve sana kızım diyorsa, ah Tanrım, pedofili bir çocuk giyim markası olmalıydı.
İnsanlar, bir cümle ile ölüyordu. İçlerinde Tanrı sözleri de yoktu. Dedim ya, hoca efendi, herkes kendine bir filozof ve düşünür olmuş. Ben insanların bu kadar düşünceli olduğuna inanmıyordum. Herkesin söyleyebileceği bir söz varken, nasıl olur da aynı dünyada yaşayabiliriz ki? Evet, herkesin üstünde bir sözcük, birilerinin noktalama işaretleri bile yalan yanlış ama çok mutlu, çok gururlu ve zeki ama boyunlarında ip var, ölmüyorlar ama intihar etmişler. Gözleri açık, herkes farklı bir minarede kendisini asmış, insanlar onlara bakıp dua ediyorlar. Bu duruma ne diyorsunuz, bir insanın böyle rüya görmesi ve sabah uyandığında da boşalmasına bir anlam verebiliyor musunuz? Boşalmadım.
Öldükten sonra beni parçalayan, şu tecavüzcüm, son tecavüzcüme gerçekten de aşık olabilirdim. Yürüyüşe çıkabilirdik. Zaten göğüslerimi cebine koymuş yürüyordu. Düşünsenize, insanlarda parçalarımız geziyor, birinde ellerimiz, diğerinde dudak kenarlarımız, kirpiklerimiz vesaire, en sevdiğimiz adama, kasıklarımızı veririz, ensemi görmek istemediğim bir başka adama, karın boşluğumu o sessiz adama, ayak parmaklarımı da, bak onu bilemedim. Keşke onlarla birlikte, yanlarında, çantalarında, kanamış ve her tarafa bulaşmış bir şekilde gezseydik. Bakın, son tecavüzcüm, ayaklarımı kesip, topuklu ayakkabıyla birlikte beni geziye çıkarmak istiyor. Her tarafımı parçalasın ve beni gözlemleriyle ve sesiyle birlikte gezdirsin istiyorum. Özgürlük bu olsa gerek, o kadar adam tanıdık ve bedenimizi paylaştık, hiçbiri bir parça bedenimden koparıp da gitmedi, sonra insan üzülüyor, nasıl bu kadar aptal katiller olabiliyorlarken, ruhumuzu parçalıyor ve alıp mideye indirebiliyorlar. Ruh, sanırım bir koltuk takımı, sadece başkaları mutlu olsun diye Tanrı tarafından satılmış.