Eski zamanların birinde, insanları düşler diyarında gezdiren, denizlerden denizlere sürükleyen, ormanların derinliklerinde gizleyen bir büyü vardı. Bu büyü bazen insanı alır dünyayı dolaştırır, bazen kendini keşfettirir ve bazen de hayatı öğretirdi. Görmeyenlerin görmesini sağladığı bile olurdu. Bilgeler bu büyünün adına masal derlerdi. Masalların içinde binlerce sırrın saklandığı, bu sırrı öğrenen her insanın dünyaya daha güzel baktığı bilinirdi. Bilgeler zamanla bir karar verdi ve masalları gönülden ağza, ağızdan kulağa bir yaşam kılavuzu olsun diye yeni doğacak insanlara armağan etti. Zaman içerisinde anlamları bozulmasın diye de bir kutuya konularak, masalcılara emanet edildi. Ve her masal yeni bir masala, her yeni masal yeni bir kutuya ve her yeni kutuda yeni bir masalcıya ulaştı. Masalın ve masalcıların öyküsü de böylece başlamış oldu.
Masalcılar gezen, yeni insanlarla tanışan, herkesin göremediği yerleri keşfeden, daha önce herkes tarafından duyulmamış masalları öğrenen ve her öğrendikleri masalı masal kutularına koyarak yolculuğuna devam eden insanlardı. Hal böyle olunca masalcı olmak için çok gezmek, okumak, insanları dinlemek ve en önemlisi de eğlenmek gerekirdi. Bu masalcılar öyle bildiğiniz tarlaya giden gelen, ekmek yapan, demir döven, evde çocuklarıyla ilgilenen insanlar değillerdi anlayacağınız. Her gittikleri yerde onları bekleyen kalabalığa masallar anlatarak onlara unuttukları değerlerini ve duygularını hatırlatırlardı. Onların bu dünyadaki görevleri buydu ama işleri de öyle sandığınız kadar kolay da değildi.
Eski zamanların birinden, uzunca bir zamanın geçtiği bir dönemde masalcılara bu büyüyü öğreten dünya üzerinde sadece bir “Bilge Masalcı” kalmıştı. Adına Judith derlerdi. Judith konuşmasıyla, kıyafetleri ve masal kutusundaki masallarıyla herkesten farklıydı. Gören onun bir masalcı olduğunu anlar ama bilge bir masalcı olduğunu herkes bilmezdi. Judith de herkesin bunu bilmesini istemezdi.
Zamanın ve dünyanın başka bir yerinde, rüzgarlı bir günde, paralel evrenler arasında seyahat edebilen bir seyyah Bilge Masalcı’nın kendi masalını merak ederek yola koyuldu. Öncelikle bu yolculuğu yapmasını istemeyen insanlar için bir mektup bırakması gerektiğini düşündü ama bu onun için sonraki işti. Şimdi peynir ekmek ve domateslerini bir de bohçasını alarak yola koyulma zamanıydı. Yola koyuldu koyulmasına ama Bilge Masalcı’yı bulmak çok zordu.
Bilge Masalcı ise günlerini gezerek, yeni insanlarla tanışarak, ateşin başında şarkılar söyleyerek ve en önemlisi de masallar anlatarak geçirirdi. Her gün dünyanın başka bir köyünde başka insanlara masal anlatır ve onların gülümseyen gözleri önünde yola koyulurdu. Bir gün öyle bir yere geldi ki o toprakları ve oranın insanlarını çok sevdi. Doğduğu yere benzeyen ormanları, birbirine yardım eden insanları ve doğasına o kadar hayran kaldı ki artık o bölgeden çok fazla uzaklaşamaz ve masallarını o coğrafyada anlatır oldu.
Bizim seyyah masalın izinden Bilge Masalcı’yı ararken herkesten farklı bir şey duydu; masallara inanmayanlar masal anlatmayı bıraktığını, sevenler onu birçok kez gördüğünü ve ondan masal dinledikleri, bazıları masallarının artık çocuksu geldiği için kimse tarafından dinlenmediğini, bazıları ise artık sadece kendini yeni masalcılar eğitmeye adadığını söyledi.
Siz buna ister şans, ister tesadüf, isterseniz gerçekleşen bir dilek olarak bakın ama masalların peşine düşen seyyah Judith’i; o çok sevdiği coğrafyada, yemyeşil ağaçların arasında, 13 farklı kuş sesinin ve bir akan nehrin kıyısında, büyük ağaç yapraklarından yapılmış çadırda insanlara masal anlatırken buldu. Yolda duyduklarından karamsarlığa o kadar kapılmıştı ki; kendisini masal anlatmaya kaptırmasını ve onu dinleyen onlarca insanı görünce, yolda duyduğu hiçbir şeyin anlamı kalmadı.
Judith’in anlattığı masal bittiğinde seyyah, bohçası sırtında hemen yanına koştu ve ona sormak istediği soruları olduğunu söyledi. Judith o güne kadar binlerce masal anlattı belki ama daha önce kimsenin sorularını cevaplamamıştı. Bu isteği bilgece karşıladı ama vereceği cevapları seyyahın gerçekten duymaya hazır olduğunu anlayabilmek için onunla küçük bir oyun oynadı. “Üzgünüm. Benim yeni masallar için yola koyulmam gerek. Bir ağaç var; kervanların geçerken dinlendiği, bilgelerin beklediği bir durak. Düşlerin peşine düşersen ve beni yeniden bulabilirsen eğer, o zaman senin tüm sorularını cevaplayabilirim.” dedi.
Siz seyyaha “yola çık” demeye görün. Seyyah bu oyunu o mutlulukla çok eğlenceli buldu çünkü zaten bu yeri biliyordu. Bilge Masalcı’dan çok daha önce giderek Bilge Masalcı’yı bekleye koyuldu. Gelir gelmezde bu oyunun nedenini sormayı bile düşünmeden; “Dünyanın duyduğu masallar değişirse dünyamızda değişir mi gerçekten?” diye sordu.
“Masallar bizim değerlerimiz üzerinde odaklanmamıza yardım eder. Her masalda aslında kim olmak istediğimize dair gizli bir hatırlatma var. İnsanlar değişmeye başladığında masallara tekrar sevdalanır ve masallar insanlara rehber olur. Yola çıkarken korkmayın! Masallara inanın, onlar size yol gösterecektir. Siz yeter ki yola çıkın.” dedi Bilge Masalcı.
Yola çıkmanın huzurunu çok öncesinde fark etmiş olmanın verdiği mutlulukla yeniden sordu “Sen ne zaman yola çıktın?”
“Doğduğum ve yaşadığım yerde eski bilgeler bana her şeyi tüm detayları ile anlattı. Çokça şey öğrendim ama o bilgileri nasıl kullanmam gerektiğini kimse öğretmedi. Masalcı olmaya karar verdiğimde ve yola çıktığımda ilk gittiğim yerde yani Mundus Novus’ta ise bütün her şey farklıydı. Oradaki bilgeler öğrendiğim bilgilerle neler yapacağımı, onları nasıl geliştireceğimi gösterdiler. Orada her şey tamamlandı. Sonrasında ise buraya Anadolu’ya geldim. Çünkü masallar beni buraya çekti. Buradaki her şey benim için çok yeniydi, çok farklıydı. Dostlarım bana ilk başta çok zorlanacağımı, yeni bir kültüre alışmam gerektiği için de bir süre sonra kötü olacağımı söyledi. Ben on üç yıldan beri bu topraklardayım. Buralarda gezerek insanlara masal anlatmaya ve yeni masacılar yetiştirmeye devam ediyorum.” dedi.
Peki masal anlatmaya nasıl başladın?
“Bir arkadaşım bana benden istenilen her şeyi yaptığımı, rüzgarda savrulan bir yaprak gibi olduğumu ve bir amacım olması gerektiğini söyledi. Bunu söylediğinde ona hiç kızmadım ama haklıydı. Kelimeleri beni çok etkiledi. ‘Tamam’ dedim. Kendime bir amaç bulacağım. Çok uzun zaman geçmeden de bu amacı buldum. Ben de Gougaud gibi; insanların masallara inanmalarını sağlayacaktım.”
Kim bu Gougaud?
“Ben daha senin kadar bir çocukken, insanları masalları ile büyüten bilge bir masalcı vardı. Doğduğum yerde birçok insan onun masalları ile büyüdü. Ben de öyleydim. Masallarını sakladığı kutunun herkes tarafından bilinen bir ismi de vardı. O, masallarını sakladığı kutu için “Baykuş’un Kutsal Kutusu” ismini kullanmıştı. Diğer masalcılar gibi gezmez, evini hiçbir zaman terk etmezdi. Herkes evini bilir ve masal dinlemeye gelirdi. Benim doğduğum yerde insanların masallara inanmasını o sağladı.”
Seyyah merakının verdiği heyecanla “Bu amacı gerçekleştirmeyi ve onun gibi olmayı nasıl başardın?” diye sordu.
Bilge Masalcı çocuksu bir gülümseme ile, “Her günün dakikası ve saati aynı olduğunda zaman 10.10, 11.11 gibi… ‘Ben de Gougaud gibi insanlara masallar anlatmak istiyorum.’ dedim. Birgün bana amacım olması gerektiğini söyleyen dostum yeniden ziyaretime geldi ve bu amacımın böyle gerçekleşmeyeceğini söyledi. Bunun için masal anlatan bilgelerden ders almam gerektiğini söyledi. Ben de onun bu tavsiyesine uydum ve masallar sayesinde dünyayı oturdukları yerden gezebilen bilgelerden ders aldım.” dedi.
Yola koyulurken masallar mı yol gösterdi peki sana?
“Ben masallara güveniyorum. Masallar aslında düşlerin peşine düşmek konusunda ne der bilir misin? Masallar hiçbir zaman plan yap demezler. Masallarda plan yoktur. Yol ve macera senin gerçek planın. Masallarda bir sonraki adımda nelerin geleceği hiçbir zaman bilinmez. O halde nasıl plan yapabilirsin ki? Plan yapmak başarısızlığa gitmek demektir masalda ve belki de hayatta. Çünkü o zaman fırsatları göremezsin. O kadar planlı ve gitmek istediğin yere odaklanırsın ki seni çağıran bütün iyilikleri geri çevirirsin. ‘Şimdi olmaz benim bir planım var’ dersin. Masal der ki; senin tek planın yola çıkmak olsun ve denemek olsun. Düş konusunda masallar der ki; bir tane isteğin, bir tane hayalin olsun, onu gerçekleştirmek için adımlar atamasan da ona inan. Bir hayalin olsun onu ifade et, saklama içinde, ona inan, onu bastırma ve ondan sonra bir bak ne olacak. Benim davetim bu.”
Bugüne kadar her gün başka başka yerlerde onlarca insana masal anlattın. Peki, sen en çok kimden masal dinlemek isterdin?
“Uzun bir zaman önce insanlara anlattığım bir masalın, babaannemin bana anlattığı masallardan biri olduğunu söyledim. Babaannemden dinlediğim masalları size anlatacağım dedim ve öylesine o masalı babaannemden öğrenmiş gibi anlattım. Bir sonraki gün insanlar geldiler ve dediler ki bu masalların hepsini gerçekten babaannenden mi dinledin? Ben aslında babaannemden hiç masal dinlemedim. Ben çok gençken vefat etti. 4-5 kere gördüm. Hiç masal anlatan biri değildi. Benim ne anneanne ne de babaannemden dinlediğim bir masal olmadı. Keşke ondan dinleyebilseydim. Ondan dinlemeyi çok istediğim için belki de insanlara böyle söyledim.”
Seni en çok etkileyen masal ve kahramanı hangisi?
“Son zamanlarda anlattığım ve çok sevdiğim bir masal var. Karayılan masalı. Bu topraklardan öğrendiğim bir masal.” dedi. “Sana da anlatma mı ister misin?”
Seyyah bir sorudansa bir masaldan daha çok cevap duyabileceğini bilerek başıyla onayladı ve dinlemeye koyuldu…
“Eski zamanların birinde padişah, bir oğul istedi. Uzun zaman boyunca isteği olmadığı için dua etti. Ellerini açtı ve ‘Bana bir oğul gönder ne olursa olsun onu kabul ederim yılanda olsa akrepte olsa onu severim’. dedi. Sonra birgün padişahın bu duası kabul oldu ve karısı hamile kaldı. Kaldı kalmasına ama günü gelince kadın kara bir yılan doğurdu. Bu yılan prensi beslemek çok zordu. Her süt anne Kara Yılanın süt içmek için ısırmasıyla birlikte anında öldü. Sadece bir tane kızcağız Kara Yılan’ı beslemeyi başarabildi. Sonra Kara Yılan’ın evlenme çağı geldi. Bir sürü kız gelin olması için saraya getirildi ama her gelen kız Kara Yılan’ın ısırması sonucunda öldü. Durum böyle olunca ona süt içirmeyi başarabilen kız gelin olarak saraya getirildi. Geldiği zaman üstünde 40 tane kıyafet vardı. Ve yılana düğün gecesinde dedi ki “Eğer sen bir deri çıkartırsan ben de bir kat çıkartırım. Sonra sen bir kat ben bir kat. Sonra yılan 40 kat deri çıkarttıktan sonra çok yakışıklı bir insan oldu.” Bu masalın senin için kısa hali ancak buradaki kelimeler çok sevdiğim bir imge. ‘40 kat çıkartmak.’ Belki de hayat yolcuğumuz; dışımızdaki derileri atma ve arınma yolculuğudur. Bunun gezdiğim topraklarda birçok yolu var. Aşk ise bunlardan en güzeli ve bir arındırma yoludur. Bunu hatırla. Bazen masallar çok basit gibi gelir. Sanki bir prens bir prensesle evlenme peşindedir veya bir hazine peşinde gibi gelir. Ama aslında hiçbir masal o kadar basit değil. Masalların hepsi bir yol haritası çizer.
Masal dinlemek insanlara ne katar?
Masalların içinde korku da var. Anlatır, hisseder, inanır ve inandığımız şeyler yaşamımıza dönüşür. ‘Anlat, hisset, inan, yaşa.’ Bu benim çok inandığım bir şey.
Her masalcı kutusundaki masallara kendisi duygularını da katar ve anlatır. Sen masallar ne katarsın?
“Ben her masal anlattığımda aslında yeniden yazıyorum onu. Bazı insanlar daha önceden duydukları halde o masalı tanıyamıyor bile. Her masala bağlı olarak kendi hayatımdan daha önce gördüğüm ve tanıdığım bir insandan bahsediyorum mesela. Bir yerse eğer daha önce gördüğüm bir yerden bahsediyorum. Çünkü insanların o masala inanması için onu önce kendimi gözümün önünde sonrasında onların gözünün önünde canlandırmam gerekiyor. Bunu ancak gördüğüm yerler ile gerçekleştirebilirim.”
Bu toprakları çok sevdiğini ve artık buralardan uzaklara çok fazla yolculuk etmediğini duydum. Ne var bu topraklarda?
“Ben buraya ilk kez geldiğimde; yardımlaşmayı, sevgiyi ve insanların birbirlerine duyduğu güveni hiç bu kadar fazla hissetmemiştim. Beni Anadolu’ya aşık ettiren bunlar. İnsanların arasındaki bağlantı. Bir hasta olduğunda herkes onun yardımına koşuyor burada. İlk geldiğim zaman çok şaşırmıştım ve annemlere mektup yazıp dedim ki; ‘Burası çok güzel. Burası çok zengin bir yer değil ama sokakta uyuyan kimse yok.’ Kimse yoktu ama son 13 senedir çok değişti. Daha fazla diğer yerlere benzemeye başladı. Daha fazla zenginlik var ama daha fazla fakirlik de var. Paylaşım için daha az zaman var. İnsanların birbirini dinlemeye ya da kollamaya vakti yok. Kendi hayatının peşinden çok yoğun çalışıyor. İnsanları bireyselleşmeye başladı. Benim için aslında Anadolu’nun güzellikleri kaybolmaya başladı. Bir gün bu kalp tamamen giderse bende herhalde giderim.”
Peki Anadolu’da ki masallar ve masalcılar nasıl?
“Ben buradaki masalcılar ile konuştuğum zaman bana kutuların dolup taştığını söylüyorlar. Dolup taşıyor da nerede bu masallar. Hiç bir yerde anlatılmıyor. İnsanlar onları duymak istiyor ama masallar anlatılmıyor. Bağlantı yaratacak olan gerçek Anadolu masalcısı çok az. Masalcı aslında masalları seçer. Bir çok masalın arasından anlatılacak masalı bulur. Bazen 100 masal okursun anlatılacak bir masal bulmak için. Masalcının işi bu hangi masal bugünkü insana uygun. Masalcı buna bakar. Onları seçtikten sonra devam eder. Burada anlatılmayı bekleyen çok masal var. Çoğu insanda onları bilmiyor. Bilenler var ama masalcılardan duymak istiyorlar. Yapmamız gereken o masalları öğrenip, seçip, onları bugüne uyarlayıp, bir daha anlatmak.”
Gününü ateşin başında masal anlatarak bitirdiğin de, o an hissettiklerin neler?
“Bilmem. Benim için masal anlatmak değil biraya gelmek önemli olan. Akşamüstü bir araya gelip her şeyi dışarıda bırakarak bir şey yapmak güzel olan. Bu bir çemberin içerisinde masal anlatırken sohbette olabilir. Bu beraber şarkı söylemekte olabilir. Bu beraberliği gerçekten hissedersem o zaman çok mutlu hissediyorum.”
Bu topraklarda gezdiğin ve gördüğün yerler arasından en güzelleri hangileri peki?
“Benim için Tidu çok acayipti. Ben Anadolu’nun birçok yerini seviyorum. Uzun seneler Ankyra’daydım. Ankyra’nın Bozkır manzarası benim için çok güzel bir manzara. Doğduğum yerde böyle bir manzara yok. Mare Maggiore benim evime benziyor. Yeşili, doğası ve pınarları çok güzel. Bu topraklarda aslında bir çok yer, doğal güzellikleri ile bana huzur veriyor.”
“Son olarak masal gibi bir dünya mümkün mü peki?” diye sordu seyyah umutla bakarak.
“Masalları düşündüğümüz zaman ideal dünyaları düşünüyoruz. İnsanlar masal gibi bir hayatın var dediğinde sanki çok iyi bir hayat oluyor. Ama masalların içerisinde hırsızlık var, hainlik var, ihanet edilen insanlar var. Masalların içerisinde her şey var. Aslında herkesin masal gibi bir hayatı var. Üzüntülerle birlikte her şey var. Masal gibi bir yer nasıl olur. Masallarda her tür güzellik ve çirkinlik olduğu için her yer masal gibi aslında. Dünya zaten masal gibi. Görmesini bilene.”
Judith Malika Liberman Hakkında:
Judith Malika Liberman masal anlatıcısı, eğitmeni ve sanat terapistidir. 1978’de Paris’te doğan Liberman, günlerin ateş başında masallar anlatılarak sona erdiği bir komünde büyüdü. 14 yaşında masal anlatıcısı olmak için ilk workshop’una katıldı ve topluluklara masal anlatmaya başladı. Paris Konservatuarı’nda Giles Bizouernes yönetiminde profesyonel masal anlatıcılığı eğitimi aldı, Vendome CLIO’da sözlü anlatım eğitimlerine katıldı. Pomona College’ta tiyatro okuyarak Paris’te iki tiyatronun kurucuları arasında bulundu. Pek çok uluslararası festivale katılan Liberman sahnede, kitapçılarda, okullarda, kütüphanelerde, parklarda ve galerilerde masal anlattı. Üniversiteler ve UNESCO ile işbirliği içinde Türkiye’de masal anlatıcılığının yeniden canlanmasına katkıda bulunan Liberman İstanbul’da düzenli olarak masal anlatma geceleri düzenlemekte, masal anlatıcısı olmak isteyenler için eğitimler vermektedir. Bir Varmış Bir Yokmuş filminin senaryo danışmanlığını yapan Liberman, NTV’de haftalık yayınlanan “Masal Bu Ya” programını hazırlamaktadır. Liberman masalların içsesimizle ve birlikte yaşadığımız insanlarla bağlantı kurmamıza yardım ettiğine, dünyayı değiştirmek adına ilham verdiğine inanmaktadır.
Mundus Nuvos: Vespucci’nin mektuplarında Güney Amerika ve Karayipler’den bahsettiği, Yeni Dünya anlamına gelen Amerika’nın eski adıdır.
Gougaud: Henri Gougaud 1936 Fransa doğumlu, şair, yazar, hikayeci ve şarkıcıdır.
Tidu: Mardin için kullanılan tarihteki isimlerden bir tanesi.
Ankyra: Ankara’nın eski adı Latin harfleri ile Batılı kaynaklara Ankyra ve Ancyra olarak geçmektedir.
Mare Maggiore: 13’üncü yüzyılda İtalyanlar Karadeniz için ‘büyük deniz’ anlamına gelen Mare Maggiore’yi kullanmıştır.
(Röportaj, Burkon Vizyon dergisinin 10’uncu sayısında yayınlanmıştır.)
(Bu yazının 5846 numaralı Telif Hakları Kanunu uyarınca tamamının ya da parçalarının kopyalanması, izinsiz olarak yayınlanması, yazarının adının değiştirilmesi, üzerinde hak iddia edilmesi yasaktır. Kanunun 71. maddesi uyarınca bunun aksi davranışlar hakkında kanuni işlem yapılır.)
Röportaj ve Fotoğraflar: Onur Özdemir
Kaynak: onurozdemirr.wordpress.com