Bir delinin parmakları ince ve uzun olur. Baktığında her an kırılabilecekmiş gibi durur. Dokunduğunda ölüm kadar soğuktur ve aşk kadar yakıcı. Araf gibidir bir delinin parmakları ve uzanır göz kapaklarına, usulca kapanırken dünya yüzüne en son aklında o delinin parmakları kalır. Kendi kendine dolanır parmaklar kara kalem cümlelerine. Gülerken, umursamaz görünürken içindeki cam parçaları usulca ilerler tüm iç organlarını yırtarak. Acıyı hissetmez. Bir delinin alışkanlığıdır acı o yüzden aklı yitip gitmiştir, çok eski zamanlarda açık bir pencereden kaçan
mor renkli bir kuş gibi. Aşkları deniz kokulu olur. Hırçın dalgalarında boğulsa da mis gibi içine doldurur aşkın kokusunu. Seyrederken tüm dünyayı bir kayanın üstünde şehrin ışıkları yansır umutsuzluğuna. Bilir ama delidir inkar eder hiç sevilmediğini. Tedirgin ve telaşlı aşk nöbetlerinde titrerken soluk soluğa parmaklarını geçirir etine hala yaşadığını anlatmak için bedenine. Normal nedir diye sorar deli aynaya. Aynadan cevap gelmez. ”Senin bir yüzün var yansıyan görüyor musun ne kadar normal ” diye kendi kendini cevaplar. Delinin parmakları uzanır yüzüne sırf varlığına inanabilmek için. Kendini yok sayıp özgürleştikçe hafifler. Martılar gibi dalıp dalıp çıkarken aşklarına çığlıkları, pişmanlıklarıdır belki de. Kim bilebilir ki bir martı neden çığlık atar?
Sevilmekten çok sevmek, sevmekten çok sevilmek.. Nasıl bir çelişkisin sen ey aşk, beynimde döndürüyorsun dünyayı. Sırf bir cümleye inat olsun diye tüm harfleri yaktığı da oldu ve anlamlarında boğulduğu da.. Delilik anları işte..
İnsanları anlamak bir delinin işidir. Dokunarak, koklayarak, tadarak bilir. Anlar da susar, susar da konuşur. Hafife alınmayı sever, martı olur her defasında sevgilinin gözlerine dalar usulca.. Bilir ki bu hayat; ne aşkını yaşatacaktır ne de nefes aldıracaktır. Hayatına uzanır boylu boyunca ve parmaklarıyla oynar deli hiç bilemediği şarkıları mırıldanırken, bulutlar geçer üzerinden sadece..