Bir rüya gördüm,korkunç bir rüya.
Rüyanın yaşanmış olayların üzerinde hem oynayarak hem de saçma bir şekilde toplam bir alegori sunması inanılmaz bir şey. Hakikaten müthiş ve katlanılmaz boyutta saçma. Burada içinden çıkamayacağım rüyanın ne olduğu tartışmasına girmeyeceğim ama rüyada anlatılanların anlatılan bir anıdan daha gerçek olduğunu söyleyebilirim.Anıdaki mantıksal sallama boyutunun rüyanın kendi kategorisi bağlamında var olduğu nettir.Mesela “UÇMAK” rüya bağlamında gerçek bir olaydır.Bu bağlamda anlatacaklarımı gerçek bir yaşanmışlıktan daha gerçek olarak okuyunuz.Rüya tam olarak “gerçek olamayacak kadar gerçek” bir şeydir.
Bir öğle vaktiydi.Ben de şehirde yürüyordum,şehir bol gökdelenli sanayileşmiş bir şehir.Beton basıklığı var,çok insan var.Arabalar da var.New York değildi ama adsız bir New York olabilir.Bir anda-gerçekten bir anda-Güneş,batarken yaydığı son kızıl ışıkları gibi kimsenin ona bakamadığı bir yücelikte parlarken patlayarak yok oldu. GÜNEŞ YOK OLDU.Güneş yok oldu ve hava kararmadı ya da şok-normale ters-bir durum yaşamadık.Korkunç bir endişe ve insan ırkının egoist bir yok olma korkusu kaplamıştı her yeri.Yüzleri hatırlanmayan milyonlarca insan şehirde duruyordu ve herkes cep telefonundan internete-google-“güneş yok mu oldu?” diye yazarak ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.Ve bir anda kendimi karanlıkta bir evde buldum.Köylü bir yakınım,40-50 yaşlarında,bu bende toplanmış olan korkunçluk ve suçluluk duygusu üzerine bana yumruk atarken yatakten fırlayarak uyandım.
Gerçekten korktuğumu söylemeliyim.Bir distopyaydı “gerçekten” yaşadığım.Ama rüyanın içerdiği ciddi sosyolojik analize ve eleştireye değinmek istiyorum.Aslında çok ciddi bir sosyoloji dersi aldım ben o gece.İçinde yaşadığımız kapitalist toplumun bizi nasıl uyuttuğu ve bizi nasıl birbirinden farklı gibi görünen ama aynı plastikten çerçevelerin içine soktuğu gerçeği ile tekrar yüzleştim.Doğru,yanlış ya da iyi,kötüyü aramıyoruz biz.Bize aktarılanı arıyoruz.Aktarılana inanmak istiyoruz ve bu iyi, kötü ikililiğinden daha önemli.
Sanal dünya gerçek dünyanın yeniden üretimi olarak bir canlının kendini sürdürme çabası sınırları içerisindedir.Çünkü doğada yeniden üretim dediğimiz şey üremek gibi belli bir bölgede barınmak ve orayı savunmak gibi kendini koşullara göre bir sürdürme çabasıdır.Bu manada sanal dünya gibi bir yeniden üretim ve birey arasındaki karşılaşamamazlıktan akla gelen (birey için sanal dünya gibi bir yeniden üretim,nasıl yani?) sorusu şunu deşifre eder.Biz bireylerden oluşan bir toplamsallık değiliz biz bir toplumuz ve toplumun bireyleriyiz.Bu gerçeği göz ardı ettiğimiz zaman internetten cevap bekleyen bireyler olarak kalıyoruz ama cevap gerçek hayatta yanı başında soluk alan bir varlıkta.
Descartes “Ya algılarımız bizi yanıltıyorsa?” diye sormuştu.Hepimiz bunu söylemesek de sürekli soruyoruz bu soruyu.Etrafımızdaki şeylerin ve içinde bulunduğumuz halin gerçek olduğuna inandığımız ama uyandığımızda hepsinin aslında sadece birer yanılsamadan ibaret olduğunu anladığımız pek çok “gerçek” düş görmüşüzdür.Peki şu anda da uyuyorsak ya yönetilen algılarımız bizi yanıltıyorsa?
Uykudan uyanmak için kafanızı kaldırın önce Güneş’e bakın yerinde mi diye, sonra yanınıza bakın ve Filozof Ahmed’in dediği gibi deyin:
Çok güzel,farklı farklı ninniler söyledin,söylüyorsun.Ama artık uyumak istemiyorum.Dahası ben,bizle beraber kendi şarkımı söylemek istiyorum.
Ya şarkım çok güzelse?