ÖNSEVİŞME
uzunca yokladım kendimi tartıştım kendi kendime, anlatmaya değer hiç bir şey bulamadım. sonra tartışma başka yerlere kaydı neden anlatmaya değer bir şeyim olmadığına geldi.
düşündüm yapıcak bir şeyim olmadığından. ta başına kadar düşündüm. annem ve babam ayrılmadı, babam alkolik değildi, maddi sıkıntımız yoktu açıkcası pek bir bahanem yoktu. içimi rahatlatmamı sağlayacak en ufak bir şey yoktu. evdeki en ufak tartışmada kaçmamın hiç bi nedeni yoktu, okulda ettiğim kavganın bir bahanesi yoktu. kavga etmeyi bilmem, insan neden kavga eder bilmem ama kavga ederim. açıklamaya çalışmam.
küçükken evdeki tatsızlıkların sebebinin annemle babannemin arasındaki bir anlaşmazlık olduğunu hatırlıyorum. annem sürekli babamın başına ekşirdi, bir insan sinirine yenik düşüp ne kadar onursuzlaşabilir bana gösterirdi. kullanabileceği en afilli, en kalp kırıcı kelimeleri kullanmaktan hiç çekinmezdi. babam iyi bir adamdı, balkona çıkar bi sigara içer hiç bir şey söylemeden koltuğa geçer uyurdu. çünkü bilirdi bişeyleri, ne bilirdi bilmem ama bilirdi. iyi insanlardan konuşulmaz.akşamlar gibi, sakız gibi uzayan uzadıkça keyiflenen akşamlar.
bir de babannem var, kalender bi kadın. yaşlanmış dedemin peşinden. yıllarca almanyada çalışmış yorulmuş haliyle. ellerimi tutardı, acırdı ellerim, çünkü onun elleri çok sert ve nasırlıydı. böyle susuz kalmış toprak gibi çatlaklarla dolu. bana annemi, annemin ailesini anlatırdı. neden babamla beraber olmasına karşı çıktığını, onları ayırmak için neler denediğini oynanan oyunları anlatırdı. benim aklımda tabiki çiftlikteki tavukları kovalamak, kepçeye oturup vitesi kurcalamak felan vardı, dinliyormuş gibi yapardım anlayamazdım ki amına koyayım ufaktım. bayramdan bayrama hala giderim yanına, ellerimi tutar eskisi gibi ve harçlığımı aldıktan sonra kaçarım.
dedemden bahsetmiştim sana biraz, hikayemin en sevdiği kısmı bu yaşlı adam. yemediği bok kalmamış, gezmiş çalışmış yemiş kadınları olmuş. bana saygının, standartların saçmalığını öğretenin o olduğunun biraz önce farkına vardım. insanlar düzgün hayatlar yaşarlar ve prensiplerinin gerekliliğinden bahsederler, ama yaşayamadığı veya yaşayamadıkları hayatlara saygı duyarlar. kalıpların gerekliliğinden bahsederler ama onları yıkan adamlara taparlar. cumaya giderler ama bu yaşlı adamı severler.
bunlar kimseye anlatamayacağım şeyler değil ama hiç anlatmayı denemediğim şeyler. belki istediğin kadar iyi değil, hiç önemli değil.bir gün gene bir şeyler olmuş. akyakadaki evde kalıyoruz gece babamla. içime mi doğdu bilmiyorum, annemi aradım. açıldı telefon anlamlandıramadığım sesler geldi.
onları geçen yılki kurban bayramındaki seslere benzettim, gözlerim ve ben ellerimin arkasına saklanmıştık. küçükken izlediğim çizgi film deve kuşları gibi. kendimi uzun süre sonra yeniden deve kuşu gibi hissettim ve bana bunu hissettirdiği için babama kızdım. ona verdim telefonu, yürü dedi gidiyoruz. eve geldiğimizde annem yerde yatıyordu, tüpü açmış, babam koşarak yanına gitti bana camları açmamı söyledi. annemi kaldırdık beraber camın kenarına götürdük. ambulansı felan aramadık rezil olmayalım diye. iki yıl sonra sigaraya başladığımda bol klişeli dırdıra mağruz kalacaktım. ben hiç sigara içmedim ağzıma alkol sürmedim sütümü helal etmiyorum hesabı. neden tüp çektiğini sordum anneme, kızdı anlamadım. yıllar sonra hatırladığımda iki kelimenin ayna etkisiyle okların yönünü değiştirebileceğini farkettim. tiksindim.
biraz daha büyüdükten sonra olayların içinde daha az bulunmaya başladım. bi huzursuzluk sezdiğimde çocuklardan birini arıyordum, günümüzü gün edip eve dönüyordum. her yerden kaçıyordum çünkü hiç biri benim olayım değildi. aslında en doğru ayrılma zamanı iş işten geçtikten sonradır.
çünkü öğretici bi yanı vardır. ne öğrettiğini bilmezsin gerçi ama olsun.aptalca geliyordu beni işin içine sokmaya çalışmaları. bir süre sonra arkadaşlarımın dertleri oldu, onları dinledim. içtik sıçtık, ayak uydurdum. tavsiyeler verdim. bilirsin belli samimiyeti yakaladığın insanlarla gülemezsin, dertlenirsin. sanırım bu yüzden samimiyet kuracağım insanları azaltıyorum bu aralar.
çokça ilişkim oldu , bir kere aşık oldum. albay koyunda öpüşürdük, motorumla gezer bir birimizi ne kadar sevdiğimizden felan bahsederdik. hayaller kurardık, hayallerin hayal olduğunu o öğretti bana. kendime gelemedim.
facebooktan baktım 1500 arkadaşım 350 arkadaşlık isteğim var, gerçek hayatta 7 tane dostum 2 tane canım var. birini tanıyorsun zaten. bana çocukluğumu hatırlatıyor seviyorum onu, herkesin bir olayı var kendi olayı için çabalıyor.
diğeri atakan, beraber yürüyorduk büyüdük. bir birimizi çok kollamışlığımız vardır, çokça beraber saçmaladık çokça yaktık başımızı.şimdilerde günde 1 defa arar beni.
biliyorum gene aynı şeyi yapıyorum . hiç anlatılanamayanı hiç anlatamamaya devam ediyorum. umut biter sadece sözler kalır, kırık dökük, yaralı , tedirgin, gücenik. hiç söylenmese de olacak, hiç söylenmese sonradan çekilen azapları da daha az olacak. boşa söylenmiş sözlerin azabı, çoğu zaman hiç söylenmemiş sözlerin azabından ağır. benim seninle paylaşabileceğim en önemli şeyler bunlar. bir de burdan çıkarabileceğimiz bir kendini gerçekleştirme isteği.
yitik insanlarla aramızda garip bir çekim var. yitik hikayeleri severim, bukowski ve diyojenden bahsetmiştim sana. onlarla aramızdaki tek ortak nokta iyi kaçmak. bukowski kötü yaşamış, ama bahaneleri var. bahanen yokken heleki bahanelerin tiksinçliğine inanıyorsan hep kötüyü yaşamayı seçmek ne kadar koyuyor anlayamazsın. diyojenin ev alacak götü olmadığından o fıçıda yaşadığına ve o evi almak için hiç uğraşmadığına o kadar eminim ki. yemin ederim anlattıklarımın freudla bir alakası yok.
İLKOKUL DÖNEMİ
şaşkınlığımdan çekingen, çekingenliğimden suskun ve tutuk, tutukluğumdan dolayı havalı gözüken bir çocuktum. çokça çizgi film izledim, replikleri çaldım ve ekmeğini yedim.
sanırım nerde nasıl davranacağımı bilmediğimi biliyordum ve bu yüzden etrafıma tepkisiz kalıyordum . anlayacağın gene şanslıydım, insanların kendi oluşlarını izler ve özenirdim.
kötü sözler kullanmaya çekinirdim, ama kötü oldukları için değil. insanlar sinirlendiklerinde, sevindiklerinde, üzüldüklerinde koyuyorlardı amına hep. denediğimde beceremediğimi farkettim, sanırım amına koymanın bir ruhu vardı ve ben tutuktum. tutuk insanların ruhu sadece yanlız kaldıklarında devreye girer. arkadaşlarıma siz diyordum biz diyordum. birlik olmanın yapıcı farkındalığından değil tabiki de. hep saygılı bir çocuktum, vay mnskm. boş olmanın resmini çizmece bir zekanın kasvetli gölgesine saklamayı bu zamanlarda keşfettiğimi zannediyorum.