Yasıyoruz, yaşamak ve günlük ihtiyaçlarımızı karşılamak için çalışıyoruz. Çalışmak denilince ilk aklımıza gelen nedense temel ihtiyaçlar noktasıdır. Peki bir işi yaparken o an da alınan zevkin hangi ihtiyacımızı karşıladığını biliyor muyuz? Ya da bu durumumu oluşturan herhangi bir ihtiyacımız var mı? Dünyaya gelmezden önce bize bakım veren kişilerin üzerimize biçtiği bir elbise mutlaka oluşuyor zannımca. “Benim oğlum/kızım, büyünce bıdı bıdı olacak. Sonra da annesine/babasına bakacak” Bıdı bıdılık bir meslek ismi olarak ne kadar hoş oldu bilemem ama aşağı yukarı tüm ebeveynler daha çocukları doğmadan böylesi bir düşünceye kaptırırlar kendini. Sağlıklı olsunda hangi cinsiyette olursa olsuna bile neredeyse son 20 yılda ulaştığımızı düşünürseniz, meslek seçimlerinin bireysel özellikleri ve becerileri keşfederek oluşturulmasına bir süre daha var gibi…
iş, denildiğinde akla gelen dört etmeni belirlemek istersek
- geçerli iş
- geçimlik iş
- gerekli iş
- geliştirici iş
diye sıralayabiliriz.
geçerli iş, o günün şartlarında en popüler işlere odaklanmak diyebiliriz.
geçimlik iş, temel ve genel ihtiyaçlar noktasında mecburi sürdürülen işler diyebiliriz.
gerekli iş, günü kurtarmalık ve sadece temel ihtiyaçları karşılayan genel geçer işler diyebiliriz.
geliştirici iş için ise hem günü hem ömrü kurtaran işlerdir diyebiliriz.
Dikkatinizi çekti mi bilmem? özelikle geliştirici iş kişinin kendi bilgi beceri ve yaşam standartları açısından en doyumlu iş gibi durmakta.
Aslına bakarsanız (bkz: bir işi yapmak) ile ilgili belirlenmiş en önemli felsefi aforizma (bkz: Martin Luther King) tarafından söylenmiştir;
“Eğer sizden sokakları süpürmeniz istenirse, Michelangelo’nun resim yaptığı, Beethoven’in beste yaptığı veya Shakespeare’in şiir yazdığı gibi süpürün. O kadar güzel süpürün ki gökteki ve yerdeki herkes durup ’Burada işini çok iyi yapan, dünyanın en iyi çöpçüsü yaşıyormuş’ desin.” sizce de bu aforizmayı okurken işini doğru düzgün yapmak erdemlerin en yücesi gibi gelmedi mi?
Birde yaptıkları işleri öylesine yapanların en şahane kıyafetleri giydiği, en tumturaklı cümleleri söylediği bir durum vardır ki; sanırsınız yapılması gereken işin kökeni o kişiye dayanıyor. Adeta mesleğin ortaya çıkışı ve gelişimi o kişi sayesinde olduğunu zanneden kişilerin takındıkları gereksiz gösterişte cabası. Olanlar terbiyesinden ve eğitimlerinden mütevellit olmamış gibi görünürken, olamayanlar cahilliklerinden ve de gereksiz kibirlerinden dolayı olmuş gibi katılmakta…
Elbette uzun yıllar boyunca belli mesailer harcadığımız işler; fizyolojik, biyolojik , güvenlik ihtiyaçlarımızı karşılasın ve bizleri insan gibi hayat yaşatsın isteriz. Ama tüm bunları elde etmek için asıl olayı kaçırırız, “Önemli olan yolda olmak fikri”. Sürekli sonuca odaklı işlerle uğraşıyor olmamız önünde sonunda “tükenmişlik” yaratacağı için belli zaman aralıklarıyla kendimizi rahatlamamız gerekir. Ama maalesef çoğu zaman bunu da pek başaramayız. O halde çalışırken de hiç sıkılmayacağımız ve sürekli zihnimizi dinç tutacak bir prensip geliştirmemiz şart gibi gözükmekte. Bu da Albert Einstein’in dediği gibi “Coşku, zekadan daha önemlidir” fikrini desteklemekten geçmekte. Kendimizi gerçekleştirmek kaidesi, yaptığımız işlerin uzun soluklu olmasına ve tükenmişliğimizin çok az ya da hiç hissedilmemesine neden olur.
“Bir gemi doğuya gider, biri batıya. Esen aynı rüzgarla: hangi yöne gidebileceğini belirleyen rüzgar değil, yelkendir.
Ertan Yavuz / icaforiz_