“Eline, beline ve diline sahip ol – Hz. Ali”. Çok doğru ve ardında o kadar anlam yatan bir sözmüş, fakat bunu anlamak için 17 sene geçmesi ve bir sürü şey kaybetmek gerekiyormuş.
Daha yaşım 17 o zamanlar. Mahalledeki fırında çalışan bir çocuk vardı, Adıyaman’lıydı. İsmi Bülent’ti, benden 3 yaş büyüktü, 1.70 boylarında beyaz tenli yakışıklı bir adamdı. Onu ilk tanımam, sonradan düşman kardeş olacağım en yakın arkadaşım sayesinde olmuştu. En yakın arkadaşım olan Ahmet’le biz hemen hemen her gün içki içerdik. Bir de küçük kardeşi vardı Hasan, o da bizimle okula gitmediği zamanlarda takılırdı. Hasan zorla İmam Hatip lisesine gönderilmişti, önce Balıkesir’e oradan da Kayseri’ye gitmişti okul için.
Bir gün Ahmet’le biz yine mangalı yakmışız, Şubat 2 idi. Ki bu tarihin bir kaç anlamı var, eski eşimin hala aşık olduğum kadının doğum günü olması sadece biri, işte o akşam ben ilk nefesimi çektim, Adem’in yasak elmayı ısırması gibi. Ahmet ve ben onların evin arka bahçesinde, o yıllarca çocukluğumuzun geçtiği bahçede içerken dertliydik ikimiz de. Arkada hafiften “kum gibi” çalıyordu, bir anda Ahmet durdu, bana baktı öylece ama sanki o değildi, bambaşka biri vardı gözlerinde, sanki içine şeytan girmişti ve ürkütücü bir gülümsemeyle bana konuştu.
-hacı!!! (benim lakabım hacıydı, hem babamdan hem de dini bilgilerimden dolayı)
-nooldu Ahmet?
-hacı bu içki beni kesmedi, para var mı la?
-kardeş valla son parayı da gömdük rakıya, ama bi 20 liram kaldı.
-o zaman gel seninle bir yere gidek, güzel dalgaya gireriz…
-dalga?? Ahmet aga sen zaten kanatsız uçuyorsun, gözlerinin biri Allah’a biri şeytana bakıyor.
-yok be hacım yaa, gel birinin yanına gidelim senle, marketten yiyecek bir şeyler de alalım, adamın yanına elimiz boş gitmeyelim.
-aga sen ne diyorsun, seni anlayamıyorum.
-yav hacı kalk gidiyoruz, gidince anlarsın.
-iyi tamam öyle olsun ama başımızı belaya sokmayak, o Şuayip yüzüne zaten kavga ettik geçen gün. Polis abim ağzıma sıçtı.
-öff hacım hadi be kalk, amma konuştun sen!!!
-tamam aga, tamam…
Ahmet ve ben kalktık, kafamız zaten hafif kırıktı, her şeyi orada bırakıp evden çıktık. Mangalda hala köz sıcaktı ve masada boş kadehler duruyordu. Önce bakkale gittik, abur cubur bir sürü şey aldık. Ben başka bir yere gideceğimizi zannederken, bakkalın iki kat üzerinde bulunan, ve benim zaman zaman kendi evimden gördüğüm ama hiç gitmediğim, iki odalı bir klübe gibi bir yere çıktık. Ahmet kapıyı çaldı, biri açtı kapıyı ama gözleri böyle kıpkırmızıydı, içeriden dışarıya yanık ot kokusu esti birden. Kapıyı açan adam ayakta zar zor duruyordu, zaten kapıyı açtı ve sallana sallana kendini yırtık kanepenin üzerine attı. Ben sigara içmezdim, içerinin kokusu o kadar yanık desenliydi ki, öksürdüm genzim yandı. Ahmet’e döndüm ve konuştum:
-olm bu kim, burası nasıl bir yer, bu koku ne la?
-hacı sen takma kafanı, bak birazdan her şey daha güzel olacak.
-bu adam kim? Neden bu halde?
-kardeşim o uçuyor şu anda, birazdan biz de uçacağız, hahaha…Hacı aslında bu çocukla ben de yeni tanıştım geçen gün. Fırında çalışıyor, pideci Bülent.
-Ahmet, bu adamın durumu hiç iyi değil, buranın berbat bir yanık kokusu var ve hava çok soğuk.
-sen merak etme, birazdan hiçbir şey hissetmezsin.
Tam konuşmamız bitmişti ki, Bülent ayılır gibi oldu. Önce bir bize baktı, sonra yanımızda getirdiğimiz abur cubur poşedine uzandı. Ahmet bu arada Bülent’le konuşmaya başladı :
-bülooo, halin itten beter ama keyfin padişahta yok gibi
-he valla babom, mal güzelmiş. Bayılttı beni.
O esnada Bülent montunun cebinden bir gazete kağıdına sarılmış bir şey çıkardı. Kağıdı açtığında işaret parmağı boyunda, yeşille sarı arası bir ot parçası duruyordu. Bülent konuşmaya devam etti:
-Ahmet aga, çarşaf var mı?
-var babom, tedarikli geldik. Dünden kalanlat var.
-lan şerefsiz, ben de diyorum dünkü çarşaflar nereye kayboldu?
-bülo sen dağıtıyon ama ne zaman çeksen. Ben de yanımda götürdüm.
O vakit ben girdim araya :
-olm siz ne yapıyorsunuz ya? Ben gidiyorum vallaha, uğraşamam böyle şeylerle, yanlış işler bunlar. Ben sigara bile içmem,basketbolcuyum, takımda oynuyorum, burs alacağım üniversite başlayınca.
Bülent ve Ahmet aynı anda ağız birliği etmişcesine ” yav bir kereden bir şey olmaz, süt çocuğu değilsin.”dediler. Ardından Ahmet devam etti:
-hacım, bak ben senin kötülüğünü istemem, o kadar zamandır beraberiz, yedik içtik, kavga ettik, dayak yedik dayak attık. Hep yanındaydım ve güvendin bana. Olm ben de biliyorum senin sigara içmediğini, bir seferlik bir şey olacak, sonra bak bir daha konusunu bile açmam. Hem bak işte bu gece bir farklı olsun bee…
O esnada Bülent tütün kağıdına sigarayı kırmış ve içerisine o ne olduğunu bilmediğim ot parçasını üfeleyip sarmıştı. Bülent sarılı sigarayı Ahmet’e uzattı yakması için, o da yaktı ve derin bir nefes çekti içine. Öksürdü önce, sonra bir daha çekti. Ve sustu, yüzünde garip bir ifade oluştu. Bülent Ahmet’in elinden aldı sigarayı, bana döndü. Uzatırken elindeki sigarayı baygınlık akan sesiyle konuştu :
-birader al çek.
-ben sigara bile içmem, yok hele bunu hiç içmem.
-hacı mısın hoca mısın bilmem ama, korkaksın… Ot oğlum bu ot, kötü bir şey değil. Doğal doğal.
-bak ben istemiyorum ama, (kalbim çok fena atmaya başlamıştı o vakit) hem nasıl içilir bilmem ki.
-yakışıklı çocuk, bak bunu böyle derin bir nefes çekeceksin, sonra içinde tutacaksın biraz, hafiften gevşemiş hissedeceksin, sonra aynı şekilde bir daha çek…dedi Bülent ve ben elime aldım sigarayı.
Ahmet’e baktım, duvar kenarında cenin pozisyonu almış, kendinden geçmişti. Kalbim küt küt atarken, hayatımın ilk sigarasının, ki normal sigara değildi, ilk nefesini çektim. Yanık bir ot tadı geldi dilime ve ciğerlerim ateş aldı resmen. Çok sesli öksürdüm, sanki içim dışarı çıkmışcasına. Ama beynime şimlekler çaktı hafiften, zaten alkollüydüm de, bir daha çektim. Hafiften elimin ayağımın canı gider gibi oldu, garip hissettim kendimi. Yavaşladı her şey, sesler bulanıklaştı, sanki kalbim içeride değil de dışarıda atıyordu. Bülent elimden o sigarayı aldı, yüzündeki o pis sırıtmayı gördüm sadece ve şu dediklerini duydum.
-hacı hoca, seni Allah’a kısa yoldan gönderiyorum, hahaha… Sana demiştim, bundan bir kere dene hoşuna gidecek diye…
Duyduklarım, daha sonradan başıma bu yüzden çok iş ve belalar açacak olan şeytanın ilk sözleriydi. Bense şu anda “hayatımın ilk dalgasına” girmiştim.
Devamı gelecek.