Ankara’nın güney batısında yer alan Uşak’da ; uzun geniş düzlükler göz alabildiğine uzanmaktaydı. Altın sarısı tarlalar artık hasat mevsimindeydi. İşçiler, güneşin kavurucu sıcağında istirahat ediyorlardı. Kimisi sigarasını sarıyor, kimisi çıkınını açıyor, kimisi çoktan azığını yemeğe başlamıştı bile..
Bir çoğunun ki hiç değişmeyen bir yemek idi. Bir parça tahıl ekmeği, soğan, domates ve bir kaç yeşil biber . Bu çiftlikte gerçek anlamıyla işçiler için öğlen yemeğinde ki en büyük zenginlik yiyebildikleri kadar tahıl ekmeği idi..
Sıcak o kadar yakıcıydı ki herkes bir ağacın altına tünemeye çalışmış yer bulamayanlar at arabasının gölgesine, kimi ise kaya diplerine çöreklenmişti. Karın tokluğu, gölgenin verdiği huzurla birleşince uykuda kendini bastırtmış, zayıf ve hastalıklı bedenleri çoktan uykuya daldırmıştı. Bütün ay boyunca Uşak’ın berbat sıcağında günlüğü 2,5 liraya çalışıyorlardı. Kimisi ay sonu geldiğinde hiç izin kullanmamış oluyordu. Kimisi ay sonunda kullanacağı izni bekliyordu. Hatta bazıları aylardır izin dahi kullanmamıştı.
Ay sonunu bekleyenlerin sebebi cok açıktı. Kavurucu sıcağın altında bütün ay çalıştıktan sonra aldıkları 75 liranın yarısına yakınını umumhanelerdeki fahişelere saklıyorlardı. Bir çoğu bu sefil hayatlarını böyle kutsuyordu. Zaman geçtikçe de bir tür ayine dönüşüyordu bu durum. 30 lira fahişeye 10 lira rakı’ya ve bütün kalan ise belki bir kaç zarlık kumara. .
Bir çoğu böyleydi fahişe, kumar ve içki ..
Son yıllarda burası gerçek bir fuhuş cennetine dönüşmüştü. İktidardayken mutaassıp Adnan Menderes Ülkenin zirai anlamdaki işgücünün farkına varmış, yakındaki büyük illerden toplattığı umumhane kadınlarını 50’li yılların ortasından itibaren Anadolu’nun tarım kentlerine yerleştiren bir politika gütmüştü.
Manisa valiliği işin çığrından çıkmaması için umumhaneler kurmuş vesikalar dağıtmış olsa da yine de kâr ettirememişti.
Manisa valisi mutasarrıf Recai bey kontrolü eline almak için ağır vergiler getirse de bu durum işi daha da çığrından çıkartmıştı. Vergi vermek istemeyen Rum genelev sahipleri bu işi yasallıktan çıkarmış sokaklara taşırmıştı.
Valiliğe bağlı zabitler ve jandarmalar başlangıçta yakaladıklarını nezarethaneye tıksada iş devam etmişti. Zati bir kaç günede serbest kalırlardı. Böyle böyle Osmanlı’dan bu topraklara kalan kadim ve bir o kadar da aşağılık olan bu meslek ovanın sıradan yaşamının bir parçası olarak devam edip durmuştu.
Eğlence, çevre vilayetler İzmir ve Manisa’daki kadar olmasa da bu çiftçi kentinde de hayatın en önemli amacı olmuştu..
Gün dönmüş şafak sökmüştü. İşçiler için yaklaşık 14 saatlik bir mesainin başlangıç anıydı. Henüz sabahın beşinde ranzalarından doğrulan bir çok işçi çoktan bir düzine küfrüde cömertçe ağızlarına doldurmuştu bile .. Gözlerini ovuşturanlar, iğrenç ağız kokuları ile esneyenler, küfürler, homurdanmalar, ranza gıcırtılarıyla birbirine karışıyordu.
Yerde duran iki galonluk tahta kovada ki su ile ellerini ve yüzlerini yıkamak için bir kaç kisi sıraya girmişti. Bu 30 kişilik çiftçi koğuşunda yüzünü sabahları yıkayan yalnızca bu bir kaç kişiydi zaten. ihtiyar Sami, yakışıklı Ahmet ve genç levent . İhtiyar Sami balkan göçmeniydi. Babasını savaşta kaybetmişti. Balkan harbindeyken Sırplara karşı savaşan babasından bir kahraman gibi söz edip dururdu. Yetmişine merdiven dayamasına rağmen bir kaç on yaş daha kuvvetli idi. Gençliğinden bu yana yıllarını bu çiftliğe vermişti
Yakışıklı Ahmet kurtuluş savaşından önce dünyaya gelmişti. Babası, cihan harbi sonrasında başlayan Rus işgaline karşı Mustafa Kemal’in önderliğindeki kuvva-i milliye saflarına katılmış, Erzincan sırtlarında düşman ile vuruşurken can vermişti. Diğer onbinlercesi gibi öldüğü yere gömülmüştü. Babasına dair hatırlayabildiği yalnızca boynunda taşıdığı hayvan dişinden yapılma zülfikar kılıcıydı..
Ahmet, çalışmak için Doğu’dan kalkıp gelmişti Geniş omuzları uzun kolları ve iri elleri ile hemen göze çarpıyordu . Saçları sürekli düzenli ve sağa taranmış olurdu. Küçük sivri burnu ve çakıl siyahı gözleri ile şehirdeki tüm bekar kadınlar tarafından bilinirdi.
Bir gün çiftlik sahibi Büyük Süleyman ağanın haysiyet yoksunu oğlu Murtaza rençperlerin arasından atıyla geçip kırbacını bu zavallı köylülere sallayıp durmuştu. Ahmet dayanamamış ata doğru uçup Murtaza’yı düşürmüş yerde kavgaya tutuşmuşlardı. Kahyalar araya girip ikisini Büyük Süleyman’ın karşısına çıkardıklarında Ahmet’in arkasında yalnızca ihtiyar Sami durmuştu da Ahmet’i çiftlikten kovmamıştı Murtaza’nın babası. Bu yüzden bu ihtiyara büyük bir saygı ve sevgi beslerdi Ahmet. Onu kollamayı kendine bir borç bilirdi. Ahmet akıllı biriydi. Neyin doğru neyin yanlış olacağını anlayabilecek ortalama biriydi..
Uzun boylu iri yarı ve yakışıklı olması onu hemen hemen tüm kentin hem korkulan hemde arzulanan adamı yapmasına rağmen Ahmet pek bunlarla ilgilenen biri degildi. Tanrının tüm sarhoş ve eğitimsiz adamları doldurdugu bu kentte nadir görülen bir biçimde ortalama bir zekaya sahip oluşu onu bu çöplükte düşünebilen biri yapıyordu. Kimseye söylememişti kimse de bilmezdi ama onun bir kızı vardı ve çok sevdiği karısı Sebahat.. Onları memlekette bırakıp gurbete Batı’ya gelmişti. Zira onun geldiği coğrafyada zenaat sahibi değilsen iş bulunmazdı. Orada, Doğu’da Toprak ağalığı da Batı’dakinden farklıydı zaten. Bütün hayvanlar Ağa’larındır. Bilcümle mahlukatlar gibi İnsanlar da tanrının değil Ağa’ların kullarıydı. Geldiği coğrafya da Ağa’lara çalışılırdı ancak. Karşılığında Ağa’ların lütfettiği kadar tahılla, bakliyatla yıl geçirirlerdi. Bu feodal yapı yüzlerce yıldır o coğrafyanın kaderi olmuştu. Osmanlı’dan bu yana devlet yöre halkı üzerindeki hakimiyetini , besleyip kolladığı bu toprak ağaları üzerinden sağlıyordu zira. Bu düzene isyan edip yokluğa, eşitsizliğe direnenler dağlara çıkmıştı. Bu sebeple Eşkiyalık da hüküm sürmüştü onun topraklarında..
Çiftlik sahibi Büyük Süleyman Ağa, Ahmet’i severdi. Oğlu Murtaza ile kavgaya tutuştuklarında iki tarafı dinlemiş adaletle hüküm vermiş Ahmet’in haklı olduğuna karar kılmıştı. Oğlu Murtaza bu duruma kinlenmişse de Ahmet’e zarar verememişti. Çünkü Ahmet üzerine varılacak bir adam değildi. Eşi benzeri bulunmaz bir güce sahipti. Rençperler arasında da en sevilen oydu. Ne yapsa ne etse de Ahmet’e karşı içinde büyüyen nefreti söküp atamıyordu Murtaza..
Diğer tüm işçilerden iki kat daha kuvvetli ve çalışkandı, tüm işçiler 2,5 liraya çalışırken Ahmet 3 lira alıyordu.
Bir nevi rütbesi olmamasına rağmen görünmeyen işçi lideri gibiydi. Elbetteki bu da bir takım karmaşalar yaratıyordu . Çiftlikte 128 işçi ve 6 kahya vardı ve kahyaların başında duran sürekli atının üzerinde akbaba gibi dolaşan Murtaza.
Kahyalar 3,5 liraya çalışıyorlardı.. İşçiler yalnızca öğlen yemeği için mola verebiliyorken onlar sabah kahvaltısı için Murtaza’nın ofisinde toplanıyorladı. Aslına bakılırsa rençperler de bu durumdan şikayetçi değillerdi, ne de olsa bu kahyaları yarım saat daha görmemeleri dolayısıyla işi yarim saat daha savsaklamaları anlamına geliyordu. fakat Ahmet farklıydı . Onun calışma disiplininde yükselme ve düşme olmazdı . Bu çiftlik sahibininde dikkatini çekmişti. 50 kuruş daha fazla vererek ödüllendirmişti onu ve tabiki görünmeyen bir imtiyaz.
Bu Murtaza’yı rahatsız etmişti elbetteki..
Ve genç levent.. o ne ihtiyar Sami kadar cesur ve bilge ne de Ahmet kadar yakışıklı ve kuvvetliydi. Ortalama bir boy ortalama bir fiziğe sahipti. Koyu kahve saçları gür olmasina rağmen dağınık ve özensizdi. 18 yaşını doldurunca Manisa yetimhanesi onu kapının önüne koyuvermişti. Isparta’lı bir anne ve babanın oğluydu. Babasını henuz 11 aylıkken kaybetmişti . Nalbant olan babasi bir atın çiftesiyle ölmüştü. Zavallı adam öylesine kuvvetli bir darbeye maruz kalmıştı ki kafatası ikiye ayrılmış ve oracıkta can vermişti. Annesini hatırlıyor gibiydi. 5 yaşındayken onuda kaybetmişti. Annesinin sürekli kulağına ninniler okuyuşunu hatırlayıp dururdu..
Annesinin ölümünden hemen bir kaç gün sonra minik Levent köyünün muhtarı tarafından Manisa yetimhanesine bırakılmıştı.
Yetimhaneden çıkarıldıktan sonra bir meyhane de yer temizleyicisi olarak çalışmıştı. gelip geçen müşterilerden Uşak daki çiftlikleri duymuştu .. günlüğü bir kaç liraya çalışabileceği bir işti bu.
Oysa meyhanede sadece ahılda kalma ve bir öğün yemek karşılığı çalışıyordu. Kimi geceler açlıktan uyuyamıyordu bile. Bir çok kereler at gübresindeki buğday tanelerini çıkarıp yemişti . Nihayet yemek yiyebileceği ve karşılığında bir kaç lira alarak çalışabileceği bir işti duyduğu.
Üstelik her akşam sıcak bir yatakta yatacaktı. Belkide her gece sıcak çorba. Levent bu fırsatı kaçırmamak için yola çıkmış ve kendini bir günlük yalınayak yolculuğun ardından burada bulmuştu. Yetimhanede büyümüş olmasına rağmen okuma yazmayi öğrenmişti.
Son altı yıldır büyük Süleyman ağanın çiftliğindeydi. Çiftliğe ilk geldiği gün büyük Süleyman, bu sıska ve hastalıklı çocuğa acımıştı da onu işe almıştı. Başlangıçta oğlu Murtaza’nın ofisini temizleme işi vermişsede oğlunun acımasız davranışlarından bu zavallı çocuğu korumak için kendi hizmetlisi yapmıştı. Başlangıçta elinden hiç bir şey gelmeyen çocuk zaman içerisinde maharetli bir gence dönüşmüş idi. Çiftlikteki tüm işlerden anlıyor elinden her iş geliyordu . Hemen hemen bütün atların nallarını o kontrol ediyordu. Çiftlikteki bütün tavukların yumurtalarını o topluyordu yemlerini o veriyordu.
Büyük Süleyman’ın çalışma odasını o topluyor temizligini o yapiyordu. Çiftlikte kalan Levent 20’ye yakın kitap okumuştu da..
– -İhtiyar Sami ellerini kovadaki suya soktuktan sonra yüzünü ovuşturdu bir kez daha ellerini suya sokup çıkardı. hemen ardından Ahmet kovaya yönelmişti,
– -Sami ağabey; dedi. ihtiyara bakarak: bu gün yüzün solgun gibi dinlen istersen bu gün ha ne dersin ? senin icin kahya Veysel ile konuşurum dedi
– -sağol Ahmedim dedi yaşlı adam. elindeki havlu ile yüzünü kurularken; bilmezsin dün gece çok güzel bir rüya gördüm hemide şu aşağılık Murtaza da vardı dedi ve gür bir kahkaha attı.
– -öylemi dedi Ahmet..
Yaşlı adama doğru yönelip ondan kibarca havluyu aldı. Oda yüzünü kurulayıp sol omzuna birakti havluyu. Sonra ranzasına oturdu.
– -peki anlatmayacakmısın şu rüyanı diyerek postallarının bağcıklarını düğümlemeye koyuldu
– -evet evet tabii tabii hepimiz şehirdeydik. kovadaki su ile işini bitirmek üzere olan Levent’e döndü. ‘genç levent’te vardı rüyamda ‘ Ahmet dedi.
– -anlatmaya başlasan iyi edersin ihtiyar yoksa mesai baslamak üzere diyerek Sami’ye çabuk olmasi konusunda tehditvari bir ikaz yolladı arka taraftan leşçi Bilal.
Murtaza’nın en sevdiği bu Leşçi Bilal idi. Yanından ayırmazdı onu. Zaten Leşçi Bilal’de, sadık bir köpek gibi Murtaza’nın etrafında idi. Ahmet’in koğuşuna özellikle yerleştirmişti onu. O kadar esmerdiki gözlerinin etrafı mor görünürdü.
– -sen kapat ağzını Bilal dedi yaşlı adam ve devam etti
— evet Ahmedim nerede kalmıstım ha evet evet Levent de vardı. hepimiz kasabadaki Faruk efendinin meyhanesindeydik. Sonra içeri Murtaza girdi ve üzerinde öküz gübresi vardı evet evet Ahmet öküz gübresi vardı. Etrafa küfürler ediyordu bunun hesabını soracağını haykırıyordu. sonra yukardan yukardan Ahmedim balkondan sen ve kahya Veysel onun üzerine işediniz Ahmet. Evet evet işediniz . ben ve bu genç oğlan Levent ise kahkaha attık Ahmet evet Ahmet gerçekten çok komikti öküz gübresi içerisindeki bir yaban domuzuna benziyordu Ahmedim anlıyor musun beni. Gübre kokan bir domuz Ahmet ve siz onun üzerine işediniz diyerek cılız bir gülümseme attı.
—pekala Sami ağabey dedi Ahmet ‘mutlu olmana sevindim gerçekten. Şimdi biraz acele etmeliyiz çünkü senin bu uzun rüyan bize cok zaman kaybettirdi’ dedi.
—ula Levent diye arka taraftan bağırdı leşçi Bilal.
Bilal ne kahrolası bir herifti. Uşak’ta birlikte oldugu kadınlara para ödemeyen onları döven pisliğin tekiydi. Bir keresinde zorla birlikte olmaya çalıştığı fahişe tarafindan muhtara şikayet edilmişti. Bir kaç gün nezarette kaldıktan sonra salıverilmişti. Eşeklere tecavüz ediyor köpeklerle birlikte oluyordu. Bu yüzden ona leşçi Bilal diyorlardı. bu onun için onur verici bir lakaptı. onun için para vermeden bir orospuya zorla sahip olabilmek bir başarıydı. Murtaza onu Uşak’ta bulup getirmişti. Çiftlikte işçilerin arasında muhbirlik yapsın diye kullanırdı onu. Oda sahibi Murtaza’nın gözüne girebilmek için her türlü pisliği yapardı.
—hiç biriniz bunu yapamadınız aptallar diyerek bağırmıştı çiftlikte kendisiyle dalga geçenlere
—evet hepiniz paralarınızı bu köpeklerin bile düşüp kalktığı fahişelere harcarken ben bunu bedava yaparım sefil köylüler diye bağırıp durmuştu.
—Ee Bilal ne var diyerek karşılık verdi genç Levent
—biliyormusun sen bu ihtiyar Sami’nin tüm rüyalarında varsın
—kapat o pis kokan ağzını dedi Levent
Leşçi Bilal durmadı ve ekledi
—hiç merak ediyormusun acaba neden bu ihtiyar Sami’nin rüyalarinda varsın ? Ula Sami en son ne zaman bir kadınla yattın ? diyerek pis bir gülümseme tutturdu iğrenç dudaklarına
—Bilal kapat o ağzını yoksa ben gelip kaparım dedi Ahmet
—tamam Ahmet tamam sakin ol sadece biraz eğleniyordum dedi Bilal
—Bilal leşçi herif bence sen umumhanelerdeki kadınlardan daha orospu bir adamsın dedi genç Levent.
—seni piç kurusu diyerek hışımla yatağından fırladı ayakkabılarını giymeye çalışan Leşçi Bilal
—” tekrar söyle seni piç tekrar söyle bana ne söylediğini tekrar söyleki senin ağzını kanlar içinde bırakayım diyerek ağzından salyalar saçarak genç Levent’in üzerine yürüdü araya Ahmet’in gireceğinden o kadar emindi ki bu yüzden öfkesini arttırdıkça arttırdı . Artık genç çocukla ile burun burunaydı . Sana tekrar söyle dedim ulan piç.”
Muallime karısının kızı dışında kimseyle konuşmuşluğun yok diye sen hepimizden dahamı dürüst bir adam oluyorsun piçin dölü ? ha söylesene bana piçin dölü diyerek ağzıdan salyalar saçmaya devam etti..
Levent ‘in gözleri kan çanağına dönmüştü” Lale’min adını ağzına alma” soysuz köpek dedi.
—Lale mi Lale ha Lale ulan piçin dölü şehre inişimde bundan kelli ahdim olsun ahdim olsun o muallimenin evini varmaz isem!! diyerek genç çocuğu elleriyle sert şekilde göğsüne vurarak itekledi. Darbenin şiddetinden Levent ranzalara çarpıp sarsılmıştı.
Leşçi; Ahmet’in araya gireceğinden o kadar emindiki ayağa kalkıp kendisine saldıracak olan Levent’in üzerine çullandı. Fakat Ahmet daha hiç bir şekilde yerinden kıpırdamamıştı. Aksine gömleğinin ön cebinden çıkardığı sigarasını yakmış olanları izlemeye koyulmuştu.
Koğuştaki herkes Ahmet’in araya girerek Bilal’i durdurucağından emindi. Zira leşçi Bilal, sıska ve çelimsiz Levent’i tuz ile buz edebilirdi. Leşçi Bilal de en az Ahmet kadar iri yarı ve kuvvetliydi fakat asla Ahmet’in yarısı kadar bile çalışmayan biriydi.
Ahmet sigarasından bir nefes çekti. Gözlerinin önüne kızını getirdi… bir nefes daha çekti.. 11 ay olmuştu kızını görmeyeli. Özlemişti. Kızımda özlemiştir diye düşünüyordu. Karısı Sebahat’ı düşündü nazlı filintası Sebahat’ı. Açlıkla yoksullukla severdi yiğit Ahmedini..
Sigarasını yere attı Ahmet. Murtazanın yancısı soysuz leşçinin ensesinden, yavru bir kediyi kaldırır gibi tek seferde çekti genç çocuğun üzerinden.
—— yeter Leş herif dedi
Bir kaç kişi yetişip Bilal’i kollarından tutup zapt etti.
Ahmet ise Yerde ağzı burnu kanlar içinde kalan genç çocuğu kaldırmak için döndü arkasını
Leşçi; kendisini tutanların elinden kara bir yılan gibi akarak kurtardı vücudunu, çekti belinde duran bıçağı,
Sahibi Murtaza’nın yanında aylardır Ahmet’e karşı kıskançlık ve kinle yoğurduğu nefretini bıçağıyla sapladı.. Kahpe arkada, Bıçak çelik, Ahmet ettendi .. Ciğerinde duran çeliğin soğuğunu hissedebiliyordu.
Düştü yere..
doğruldu, ayağa kalktı, ciğerinde ki bıçağa baktı, kanlar içinde kalmıştı şile bezinden yapılmış fanilası. Yerdeki genç çocuğun korkudan dehşete kapılan gözlerine baktı
— korkma! dedi
Bir dağ gibi dizlerinin üzerine çöktü yüzüstü yere kapaklanacaktı ki, direndi.. iki elini yumruk yapıp yere bastırdı. Kalkmak istedi ağzından kan gelmeye başladı, nefes alamıyordu, gözü karardı..
Karısı Sebahat’ın ona doğru yürüdüğünü gördü..
kızı artık hep özleyecekti onu..