Şarkılar haram etti seni unutmayı, lanetlendim unutma kelimesi kalbimden geçince. Artık geçirdiğim her saniye zehir benim için, her an yüzümdeki sahte gülümsemeyi bile mühürleyecek nitelikte. Içtiğim sigaralar kederim sanki buzdağı olmuş gibi de beni batırıp yok etmeye çağırıyorlar hep bir ağızdan. Gece ilerledikçe saatin anlamsızlaştığı, zamanın kederle durduğu ve aklımı zincirleyen geçmeyen acı. Bitap düşmüş benliğimin çaresiz yakarışları arasında kaybolan kurumuş pınarlarım adeta önce bana sonra Tanrı’ya isyan ediyorlar. Sessizce haykırıyorum yeter diye, ama durum elzem, karabasan misali üstüme çöken bu duygular yüzüme tükürüyorlar. Şeytan da aklımda celbe çağırıyor beni, geçmeyen vakitlerde, kalbim yenik düşmemek için aklımı acıyla uyandırıyor, aklım tam şeytanın ninnileriyle rüyalara dalacağı zaman. Içim bu acı cümbüşle yıkılırken gözlerim çaresizce uzaklara dalıyor ve fısıldıyorlar bana, sen yoksun diye. Her nefes alışım içimdeki yangını benzinle söndürmeye çalışan itfaiyeciler gibi kavuruyor içimi. Selametin küfür olduğu varlığımda tüm bedenim sarsılırken, sarsılmayan aşkım ,ateşimin ocağı, canımı cehennem misali geçmeyen zamanlarda acıya boğuyor. Kimliği yitip giden ben, akıl sağlığımı kontrol ederken acı bir gülüşe gebe dudaklarım hücum ediyor, sonucu söyler gibi. Çanlar çalıyor sürekli, acı acı uyarıyorlar sanki. Dilim varmıyor sormaya, sebebi nedir diye, belki bilmek istemiyorum, belki de inanmak istemediğim kaderimi açıklar diye.
Şu satırlar bile yetmezken isyan etmemek elde mi ? Hayata küsüp umursuzca yaşamak elde mi ? Cevabı belli soruları sormak mi delilik mertebinin kapılarını açan anahtar ? Yoksa tarifi dünya üzerinde bulunmayan aşkı anlatmaya çalışmak mı? Zaman geçmedikçe akla gelen soruların zorladığı aklımın isyanı bu. Isyan etmeyen tarafın kalmadığı bu harpte el birliği ile aklıma zorla sordurulan sorular ve dayanamayan aklımın feryadı ile beni delen kurşunlar. Insan diye başlamak istiyorum fakat insancıl bir tarafım kalmadı, o kelimeyi ağzıma almak haram bana, bitmeyen acıma tuz biber gibi. Evrenin en büyük çıkmazı sanki. Doğmadan sürekli beni öldüren bir komedya. Lisanımın anlamsızlaştığı evrenin kalemi kırılana kadar parmaklarımı esir alması ve benim umutsuzluk içerisinde teslimiyet ile barışmamın bitmeyen şöleni bu satırlar. Gün olur… diye başlamaya korkutan her gölgenin canlandığı, hayat ışığını solduran, bir mahkumun acıyla yanarak sürekli ölüp dirilmesini anlatır bunlar. Gözyaşının kuruduğu ateşlerin içinden kopan bir türkü misali çalar benim halsiz benliğimden. Sevinci tüketip acıya çeker her şarkı. Bir dakika diye itiraz ederim ardından, olmayan bir şeyi nasıl yok edebilirsiniz? Yoksa bana verdiğiniz ezgiler gerçekleşmeyen hayallerimi kamçılayan boş vaatler miydi dost bildiğim şarkılar ? Hayır, hayır… Olamaz derim ne kadar tersini kanıtlasa da durum. Çareyi acıklı şarkıların acı hikayelerini dinlemekte ararım ardından.
İçimde kaybolan ama hepsinin beni birleştirmek için çağırılan siyah kanatlı melekler olduğunu bilirim. Bildiğim sayılı hususlardan birisi de bu sanırım. Gerçeğin eğilip büküldüğü aklımda kalan gerçekler ne, merak edip dururum. Yine döndük başa, yani aşka. Beni esir eden, kaçmak ne kelime, kılımı kıpırdatmama izin vermeyen, yazdıkça yeter diye ağzımı açmama izin vermeyip donmuş gibi devam etmeye zorlayan aşka. Bilirim ona ulaşamayacağımı, ömrümü satırlara harcasam da tüketsem de kendimi, bilirim… Şayet ulaşırsam, ulaşmak ne kadar ölen birisine söylenen teselliler kadar yakın olsa da, zamanı dolmuş mahkumun şu uzun parmaklıları andıran satırlardan ayrıldığını duyurur. Şu yolda tek dostum tanrım sanırım, dindar olmasam bile inandığım, aklımın tek koruyucu varlığı. Sorar her güzel anı sitem edercesine, biz neyiz diye ? Dururum, cevap vermeden geçiştirir ve ardından içimden gerçeği söylerim onlara, duyamadıkları gerçek olan onların sadece çölde ölen bir adamın gördüğü seraplar olduğunu. Günah günahı izler yaşadığım yalanlarda ve yine yalanlar ile taçlanır, kısır döngülerin günahkâr sultanı başköşede oturup benliğimi yudumlayıp sarhoş olur. Yazılan satırlar boş, hepsi boş. Neden diye sorarsanız, hercaisi bile olmayan yalnız kardelenin parmakları telleri kopmuş bir piyano ile, gerçekleşmeyen sonların var olduğu gerçeklikte, son performansına çıkışıdır bu satırlarla.