Boş bir sayfa var önümde. Parlak. İçini doldurmam için. Açık ağzı, önümde, sonuna kadar. İçine çekmeyi bekliyor, içinde istiyor, birleşmeyi bekliyor kelimelerimle. Korkuyorum. Uzak duruyorum. Tatmin edemeyeceğimden korkuyorum en çok. Hayal kırıklığı, benim rengimde. Güneşte yanmış. Kumral. İçimdeki renk simsiyah. Göz bebeklerim gibi. Büyük. Patlamaya yakın.
Tek kulağımda kulaklığım. Rasgele, hareketli bir şarkı. O moddayım. Olmamam lazımken. Garip. Diğer kulaklığım bozuk. Her şey eksik. Hiçbir şeyim tam değil. Hep bir şeylerim kayıp. Yerlerini başka şeylerle doldurmaya çalıştıkça, başka şeyleri kaçırıyorum. Yerleri dolmuyor. Hep benden eksiliyor. Boşlukta süzülüyor benden gidenler.
Gidenlerde aklım. Yerleri doluyor her zaman. Her zaman yenileri geliyor. Gidenler. Eksik. Beni eksik bırakıyor hepsi. Her gelende eksiğim. Azalıyorum. Her gün. Ne zaman biteceğim?
Kuru bir kum tanesi, parmaklarımın arasındaki. Benimsedim. Benim yaptım. Nerede saklasam? Nereye koysam kaybolmaz? Nereye koysam kaybolup gitmez ellerimden. Onu da kaybedemem. Her şey gibi, o da gidecek bir gün. Bilincimde, yüzleştim bu gerçekle.
Nereden buldum? Kim verdi? Gidenler mi? Onları hatırlayım diye mi? İçimde boşluk oluşturmak için mi? Boşluğumu büyütmek için mi? Neden bir tane kum tanesi? Gözlerimin görebileceği büyüklükte. Saklayamayacağım küçüklükte.
Ayaklarımın altında şu an kum taneleri. Milyonlarca. Kuru hepsi. Okyanus suyu ıslatamıyor hiçbirini. Okyanusla kum taneleri arasında görünmez bir sınır var. Birbirlerine saygılı bir uzaklıkta duruyorlar. İnsanlarla benim aramdaki mesafe gibi. Geçemiyor hiçbiri sınırımdan. İzin vermiyorum. Veremiyorum aslında. Elimdeki kum tanesi gibi hayatımdaki insanlar. Değerli, az, her an kaybedilmeye müsait. Kimseyi bırakamıyorum. Alamıyorum da içime. Zor. Ben olmak. Benim yerimde olmak. Yaşamak.
Yalnız kalmak için geldim buraya. Hayatımda yalnız değilmişim gibi, bir de kalktım buraya geldim. Elimdeydi buraya geldiğimde kum tanesi. Diğerlerinin yanına geldim onunla birlikte. Diğerlerinin arasında onu kaybetmekten korkuyorum. Benliğimle doldu, ben doldurdum onu. Kendimle. Beyni yok, bilinci, hiçbir şeyi. Ama biliyorum, anlıyor beni. Ona bunu ben verdim. Kendimi anlattım. Diğerlerinden farklıydı. Gördüğümde anladım. Gözlerimden çıkan ışıklarla sardım. Parlıyor diğerlerinin arasında. Kendimden bir parça. Baktıkça, nefret ettiğim kendimi görüyorum.
İnsanlar beni tarif ediyor. Fısıldıyorlar aralarında benimle ilgili. Ne kadar berbat, güvenilmez, pislik olduğum lafları ağızlardan ağızlara dolaştıkça orospu oluyor. Çok kolay artık. Adım geçince aralarında, bilinçsiz çıkıyor bu sözler ortaya. Adımla birlikte sıfatlarım var. Beni tarif eden. Kötü. Kötüyüm onların gözünde. Beni kötü ilan etmişler. Susuyorum. Biliyorum. Haklılar.
Kötüler, kötü olduklarından seçilmezler. İçlerinde iyi aranır, zaman kaybı olduğu fark edilene kadar..
Bu yüzden uğraştılar benimle bir süre. İçimde iyiyi aradılar. Bulamadı hiçbiri. Kayboldular zamanda. Bir tek kum tanem kaldı elimde. Kuru. Düşüncelere boğulmuş. Susan. Beni dinleyen. Gözlerimin içine bakan. Onu da kaybetmekten korkuyorum. Ama, bu benim. O da biliyor. Kum tanem de. Ben de. Bir gün bunun biteceğinden haberdarız.
Öylece dikiliyoruz diğer kum tanelerinin arasında. İkimiz de yorgun. İkimiz de bitkin. Bezmiş. Beklentisiz.
Bakıyoruz gözlerimizin görebildiği uzaklıklara..
Sonu düşünmüyoruz.
Biliyoruz sonumuzu.
Susuyoruz sadece..