“İnsanın ‘kendisi’ olmaya karar verdiği bir an her zaman olur” demek, bence yalan söylemektir. Kendisi diye tanımladığı kişiyi bulması için insanın yüzlerce adımdan geçmesi gerekir. Birden yüze kadar bir liste yapmak olanaksızdır belki, ama en azından “ilk”leri olmalıdır. İlk kez öpüşmeli, aşık olmalı, dayak yemeli, haklıyken haksız durumuna düşmeli değil de, atlamalı…
An’ı yaşamak diye bir felsefeye de inanamam ben. İlk’i yaşamanın taraftarıyımdır. Hem zaten yaşanacak tek bir an var, istediğini yapman ya da yapmaman doğumundan itibaren senin elinde, mi acaba? Hayır, değil. Zaten, eğer öyle olsaydı hepimiz bir şeyh hayatı yaşar, sol elimizin altına birkaç sağ el doğrardık.
İpleri eline alamayan insanlar için söylüyorum zaten “kendini bulma” illetinin saçmalığını. Başkalarının elleri, bizlerin üzerindeyken, yaşanacak bir şey ya da tarihe gömülecek bir hatıra yoktur. “Onlar” ya da “Şunlar” vardır. Bu yüzden sizi kendi kişiliğinizi bulmak üzerine bir maceraya süreklemiş olan hayatınıza dönün ve “siktir çekmek bu kadar kolay değil, kendimi yaratmak isterim ben!” deyin. Hayat’la konuşmak, öküz olup trene bakmak gibi bir şey zaten. Korkmayın yani. Vursa da trene çarpıp tekrardan dikilirsiniz karşısına.