Bir insanın hayatında başına gelebilecek en büyük felaket ölümdür, kabul. Ama bazılarımız budalaca bir arzuya tutunur. Ölümsüzlük adı altında toplanmış bir felaket isterler. Oysa, her şeyin olduğu gibi, ölmenin de bir kanunu, bir doğası vardır. İnsandır o doğayı kabullenen varlık ve ölümü kabul etmeyene insan demek olanaksızdır.
Üzerine sayfalar yazılabilecek şeylerden biri olsa da “son”u ifade eder ölmek. Her şeyin sonunu ifade eder çünkü bir evrenin kapanış zilleridir bu. Başka bir evrenin açılışının ziline denk düşer çoğu zaman. Cennet, cehennem ya da öbür dünya gibi şeylerden bahsetmiyorum. Daha sonun iki avuçluk toprak olduğunu bilmeyen, neredeyse bir el boyutunda olan bir melekten bahsediyorum. Çocuklardan, bebeklerden. Temiz doğar her insan. Çıplak doğar. Ama çıplak girmez tabutuna. Kefenin beyazlığı değil insanın çıplaklığıdır saflığı temsil eden. Cenazeler, fatihalar, kırkını çıkarmak falan, ölenin eksikliğini ne giderir ne de her hangi bir sonuç getirir. Yani insan aslında sadece ölür. Sebebi, sonucu, bazı şeylerle ilişkisi vardır belki ama, aslolan tek bir şey vardır son nefeste: ölmek.
Gerçekliği yıkmak kurgunun işidir, insanın değil. O yüzden söylüyorum; doğun, büyüyün, yaşayın, yaşlanın ve ölün. Bırakın da başkaları yaşasın bir müddet sonra.