Bir sokak lambasının altında başlıyor gece. Yürüdükçe, kaldırımlar sokak köpeklerinin kraliçesi ilan ediyor beni. Bu yükselişi kutsamak, yüceltmek için olanca vahşilikleriyle havlıyor köpekler. Ağızlarından ne kadar çok salya akarsa o kadar çok bağlı oluyorlar kısa boylu, çirkin ama artık var ve kollayıcıları olan, onları yalnız bırakmayacak, soğuk kış gecelerinin heybetli sarsıntılarından sakındırıp hepsine paltosunun altında cenneti vaat edecek bu kadına. Bilmiyorlar sesleri kesilecek dakikalar sonra, kendilerine yeni krallar, azizler, tanrılar arayacaklar. Ben de daha öncekiler gibi üç sokak lambası sonra tarih olacağım onlar için. Bu deli kış, bu bir tek ölü bedenleri zangır zangır titretmekte maharetli olamayan mevsim, bir canlıya ait olabilecek hiçbir duyguyu biraz ısınmanın ve yemeğin önüne geçiremeyecek yılın en ruhsuz dönemi, benim gibi binlercesini yaratıyorlardı kendileri için.
Ben yoluma devam ediyorum. Yalnızlığın ötesine geçme kaygısı adımlarımı bazen olabildiğince yavaş atmama neden oluyor, bazense telaşlı koşar adım ilerletiyor. Bazen aklımdaki buz tutan yollar ayaklarımı kaydırır, sınır tanımayan uçurumların karanlıklarında yuvarlanıp da ben, çırpındıkça daha da hızlı düşerim diye kalabalıklara ölesiye korkuyorum.
Derken bu kez başka bir köpek grubuyla karşılaşıyorum. Beş köpek, beşi de gözlerini dikmiş bana bakıyor. Öndeki boz renkli, cılız, aç; grubun kalana talim olanı. Sanki efendileri onu ileri atıyor da tehlikeleri onun üzerinde deniyor. Bakışları solgun, gözleri ölüm döşeğindeki yaşlılar gibi sararmış. Hiç söz söylememiş hayatı boyunca, hiç dinlenmemiş, sıra ona gelmemiş. Havlayışı bile kesik kesik, tehlikeleri uzaklaştıracak dirayetten yoksun. Biz bakışırken en arkadaki köpeklerden biri, sarıya çalan renkli tuvaletini yapmaya başlıyor. Bembeyaz karın üstünden birden dumanlar yükseliyor. Nedense birden irkilip rahatsızlık duyuyorum ve boz köpekle bakışmamızı sonlandırıp kaldırımları tüketmeye devam ediyorum. Ama aklım onda kalıyor, kıskanıyorum bir an için. İçimdeki büyük çelişki, yine ortaya çıkıyor ve altından kalkmayı beceremeyeceğim düşünceler, takıntılar peyda ediyor. O an yalnızlığım bana berbat hissettiriyor. Birine arabayla çarpıp onun ölümüne sebep olduktan sonra defalarca anı geriye sarıp başka senaryolar yazan insanlar gibi, ben de elimden kayıp giden zamanın aslında bambaşka hangi biçimlerde geçebileceğine yönelik onlarca düşüncenin beynimde at koşturuşunu izliyorum.
Pişmanlıklarımı salabileceğim bir dua bulamıyorum. O yüzden sonrası için kendimi sıcak evlerde, aşk kokulu yataklarda, şefkatle başımı okşayan bir elin sahibinin kucağına uzanmış düşleyemiyorum. Aklımda yalnızca biraz önce uzun uzun gözlerine baktığım boz köpek var. Neden bilmiyorum ya da bilincimle ayırt edemiyorum; fakat bu boz köpekle aramda bir benzerlik olduğu düşüncesine kapılıyorum. Ona aklımda ‘Boz’ ismini veriyorum. Sonra bunu biraz ırkçı buluyorum ama başka bir ismi ona yakıştırmıyorum. Geriye dönüp aniden koşuyorum, tekrar bulmak ve biraz konuşmak için Boz’u delicesine aranıyorum. Belki hayatımda ilk defa bir başka canlıyla iletişim kurmak için bu kadar güçlü bir istek duyuyorum. Kalbim delicesine çarpıyor.
Alelacele arşınlarken sokakları, birinde bulamayınca Boz’u hemen diğerine geçme arzusu duyuyorum. Bir köşede karşıma çıkıyor. Sanki o da beni arıyor gibi rahatlıyor. Koşmaktan kesilmiş nefesi dumanlar salıyor buz gibi geceye. Bu kez birlikte yürümeye başlıyoruz. Birbirimize anlatacak çok şeyimiz var. Farklı gözlerle bakacağımız aynı gelecekler uzanıyor önümüzde. Uzun bir süre, ahenkli adımlar boyunca arşınladığımız sokaklar boyunca tek kelime etmiyoruz. Yeni aşıkların birbiriyle konuşmayıp sonra aynı anda sessizliği bozuşları gibi birden konuşmaya başlıyoruz. Boz’un ilk söylediğini duyamıyorum kendi sesimin baskınlığından.
Adımı soruyor, cevap veriyorum. Ben ona sormuyorum, Boz diye seslenmek istediğimi söylüyor ve anlayışla karşılanıyorum. Yaşamını merak ediyorum. Onda bana benzer ne varsa bulup ortaya çıkarmam gerekir diye düşünüyorum. Böylece kendi dehlizlerimin ufkuna varabileceğimi, çıkmaz sokaklarımın tümünün gizli geçitlerle bağlı olduğu ana meydana çıkabileceğimi varsayıyorum.
Boz bir zamanlar sevdiği köpekten bahsederken aklıma annem geliyor. Onu yitirişim, sonra önemi kalmayan herkesi, sanırım tüm kaygılarımı o zaman salıverdim yankılarla delirmiş yamaçlara. Kaygılı bir kadının doğurduğu “kaygılı kadın” olma unvanımı yitirip, bedenime perçinlenmiş tüm ne derler alemi etiketlerini bir bir arkamda bıraktım. Her birinin kopuşunda inanılmaz haz aldım. Ama bunlar da yetmedi yine korkunç bir yalnızlık duygusuyla kocaman arayışların içine düştüm. Boz’a rastlamam da bu zaman tanımaz, kayboluşlarımın birine denk düştü. Bir şekilde artık daha iyi olacağına dair umut taşıyorum. Karlı kış günlerinde Boz’la yapacağım, uçsuz bucaksız memleketleri geçip baharları kucaklayacağım tren yolculuklarını, artık tanınmama, alelacele yürümek zorunda olmama özgürlüğünün yaratacağı ferahlığı düşünüp, kalbimden kuşlar uçuyorum.