Sert rüzgar sayesinde sakin sokaklarda savrulan boş tenekelerin ve kutuların sesleri yankılanıyor. Kasırga melodisi. Günün ilk senfonisi. Sabah oluyor ve biz ayaklanıyoruz, yeni bir güne merhaba diyerek, misafirhânemizde geziniyoruz. Eskiden olduğu gibi, polisler boş sokaklara ilk olarak giriyor. Kuşlar uğramıyor artık mahallemize. İsyan belirtileri bunlar belki. Bir tavır, fakat ne güzel bir tavır. Evimizde küçük, elektronik cihazlardan duyulan sabah ezanını “eller havaya” sözleri takip ediyor. Güne ve güneşin doğuşuna sokak köşelerini tutan polislerle birlikte merhaba diyoruz. İbadet ve gerilim ayrılmaz ikili olmayı başarıyor her sabah buralarda. Ürkekliğimizden eser yok, alışıldı alışık olunmayan durumlara ve annelerin feryâdına. Sadece içimiz titriyor ve geçmesini bekliyoruz her sabah. Bazen uzun sürüyor, bazen umduğumuzdan da kısa. Feryad ve rüzgar, içimizi titreten en önemli şeyler. Ve rüzgar sokağa ilk çıkışımızda boğuyor bizi. İçimize yüklü miktarda hava kaçıyor ve temiz hava fazla geliyor. İçimize. Gözlerimize. Ansızın doluyor mesela gözlerimiz. Rüzgarın feryâdı ve intikamı. Yârimizin saçları savruluyor ve biz rüzgara yeni bir mana yüklüyoruz. Gözümüze aşk kaçıyor, nefesimiz tıkanıyor içimizde bir yerlerde ve biz ölümle merhabalaşıyoruz. Ve ben çok iyi biliyorum ki, bir daha birbirimizi asla göremeyeceğiz. İbadetsiz ruhların arasından sıyrılmaya çaba sarfediyoruz, kaburgalarımızın iç içe geçmesini göze alarak. Duraklarda ve metroda bedava dağıtılan gazetelerden alıyoruz günlük “günaydın” mesajlarımızı. Ve ilk sayfalarda devletin, son sayfa da ise yıldız futbolcunun golü gözümüze batıyor. Siyah beyaz bir yolculuğa çıkıyoruz tanıdığımız ve tanımadığımız onlarca insanla birlikte. Kimin nerede ve nasıl duracağına yüz ifadeleri karar veriyor. İnsanlar çok, çok kalabalık her yer. Kendimi zor atıyorum bu hıncahınç metrolardan dışarı. Güzel bir melodi oluşturuyor önemli ve önemsiz olan her şey. Mesela rüzgar, mesela sessiz çığlıklar. Mesela yağmur tanelerinin yeryüzüne akını, mesela yabancı dillerde yürütülen telefon görüşmeleri. Ruhların ritimleri. Sabah ritimleri. Sessiz savaşın hazırlıkları. İlerledikçe yolumda hafif yüklü bulutlara harfler yazıp hızlı hızlı adımlar atıyorum geleceğime. Ben yaklaştıkça o daha hızlı soyunuyor ve ben görüyorum beni bekleyenleri parça parça. Paramparça! Birdenbire duruyorum ulu orta da. Çığlıklar geçiyor içimden ve üstümden, bulutların ardından. Gözlerimin manzarası dehşetengiz! Gözlerime bakan içimde biriken bir topak kanın ortasına acımasızca çakılan mıhların verdiği acıyı hissediyor. Savaş uçaklarının atacağı kardeşlik ve umut tohumlarını bekliyorum. Durduğum anda dünyanın merkezi benim ayaklarımın dibi. Durun çocuklar! Gökyüzüne ayak diremeyin, feyz alın rahmetinden. Ve birden çerçeveli resimler hızlı hızlı tırmanıyor geçmiş adlı dağın eteklerinden. Mazime saygım sonsuz. Zira mazisine saygısı olmayanın kendine de asla saygısı olmaz. Kaldırımlar “eskisi gibi olalım” diyor, ürküyorum. En güzel ürkekliğim bu! Yüzümde renklerin kavgası belirginleşiyor. Rengim solmak üzere belki de, bilmiyorum. Fark eder mi aslında? Yüzüm ne renk arar hayallerin rengi solmuşsa? Ve yağmur! Gökler ordusunun nokta atışları ruhumun susuzluğunu gideriyor ve ben canlanıyorum. “Nasılsın” sorularına cevap vermek için gözümü tanıdık simâlara yöneltiyorum. “Günaydın!”. Sahi, bu sabah ben nasılım?