Ve biz başlangıçta her ne kadar dünyanın o güzel tınısına kapılsak ta hiç olmamamız gereken yerde, zamanda, işte bu dediğimiz sevimsiz, nefret dolu algıların içinde yeşermeye çalıştığımızı fark ettik. Sonra ne mi oldu? İnce ince, az biraz delirdik delirdik delirdik! Huzur ve mutluluğun, geçmiş mitlerin ve tabuların getireceğine kandık. Kandık ya kandık tabi! Hhh her ne kadar modernleşme çabası içinde olan ilkel bizler. İnsan denilen canlının var olduğu günden beri değişmeyen semptomlar. Oysaki limitlerini bilmediğimiz evrenler içerisinde herhangi bir evrenin içinde ki galaksinin ufacık gezegeninde yaşayan minik bizler. Aidiyet duygusunu birbirimize mal ettiğimiz en koca yalanlar. Sen, sen gibi olan aynalara nasıl da taparsın. Kurtulamadığımız tabular ve lanet olası algılar kümesi. Mitlerin peşinden koşan koca bir totem ordusu. Ne zaman anlayacaksın küçücük olduğunu? Ne zaman bırakacaksın nefretin peşini. Hakikatin, hiçbir şey kapısının eşiğinde olan esrime den sonraki her şeyin olduğunu. Ahh küçük canlı adı insan. Ne zaman öğreneceksin sevgiyi. Yaşa, yaşat, şimdi kaybet kendini bilinmezlik içerisinde. Bak! Huzur işte tam karşısında. Sus! Sadece dinle, işte o zaman öğreneceksin ”Farkındalığı”.