Ben bir kız çocuğu tanıyorum.
Hayallerine el sürülmemiş bir kız çocuğu…
Dostlarının sevgi gösterişleri vardı bozguna uğradığı. Babasının bunca yıllık hayatı boyunca ilk defa neyin var, ne oldu deyişi vardı yüzünün her bir karesini incelemesini sağlayacak kadar bozguna uğradığı. Bütün gün hayal ederdi babasının gece eve geldiğinde yıllarının yansıması olan yaralı elleriyle başını okşayıp ona ‘canım kızım’ diyecek diye..
Gece olunca babasının önüne koyulan demir tabak içindeki çorbada gördü hayatın acımasızlığını. Küçücük bedeniyle sevmeye başladı geceyi. Babasını gördüğü tek vakti. Bu yüzdendi geceye sevdası. Bu yüzdendi karanlığı bekleyişleri.
Sahi ne oldu ona?
Nerede sevinçleri, gülüşleri, gözyaşları? Nerede o parlayan kocaman yuvarlak siyah gözleri? Neden hafızasında masum bir kız çocuğunun sevinç çığlıkları yok?
Neden geriye dönüp baktığında korku ve acı çığlıkları görüyor?
Neden insanlardan kaçıyor? Onu daha fazla incitmemeleri için mi? Sevdiklerini daha fazla incitmemeleri için mi? Sanırım her ikisi de..
Çocukluğu elinden alındığında o masum kızda bir kör kuyuya atıldı. Belkide çoktan o kör kuyuda boğuldu ama farkında değildi.
Çocukluğunun en güzel anılarını yağmaladıklarında o parlak siyah gözlü kız çocuğundan geriye bir yıkım bıraktılar.
Tadilatı mümkün olmayan bir yıkım…