Bir gelincik edasıyla sökülüyor zaman saçlarımdan. Üflemedim
bu sefer halbuki. Ardımdan küfretmedi rüzgar, duruyordum yerimde,öylece,
öylesine.Oysa benim okuyacak kitaplarım,yürüyecek kilometrelerce yolum var, ona
sarılıp zamanı durdurmayı isteyeceğim anlar biriktirmedim henüz. Ona söylemedim
sırlarımı,boynumun sol oyuğundaki acıyı göstermedim. Delicesine içip sarhoş
olmadım,dualar etmedim yeterince. Gitmediğim konserler,görmediğim ülkeler,sallanmadığım
salıncaklar var hikayelerimde. Delicesine bir sakin bir hırçın suya
benzetilirken görmedim dibini hiç olduğum şeyin,yüzmedim o yıllardır yanıp
tutuştuğu yerde.Doyasıya öpmedim annemi, babamın aslan kızı olmadım . Kendi
köprülerimden geçmedi hiçbir çocuk.
Zamanı var diyerek ertelediğiniz her şey
yüzünüze afili bir tokat atmadan anlamıyorsunuz.
“Yalnız başına dışarıda bulunmasan iyi olur.”
Bir şeyin en kötü hali neye göre belirlenir?
Mesela ben yıllarca benden daha kötüleri
düşünerek devam ettim şükretmeye,dedim ki hayat nasıl düşünürsen öyle gelir
sana,iyi düşün! Böyle öğretti annem,kendine inandığım kadar iyiliğe de inan
derdi,dünyayı kurtaracakmışsın gibi.
Bütün iyi ihtimalleri, bütün iyilikleri,bütün
iyi olamamışları sevdim. Hep senin için anne hep sen dedin diye,belki de bugün
bana gülümseyen o küçük çocuk için,bilemiyorum.
Zamanı kendi ellerimle ördüm,bir şehir için
tutundum o hırstan örgüye.Öyle bir şehir ki sabahına ayrı özlem gecesine bin
vurgun,çocukluk aşkı gibi bir yeni yetmenin…
Sonra ben,camdan duvar!
Inkar ettiğim gerçekliğine aşık oldum.
Ona aşık oldum
ya da doğrusu buysa sevgiyle sevda arasındaki o
ince ama vazgeçilmez şeyi buldum,kimsenin bulamadığını.
Nefes alamıyorum, devam da edemiyorum.
Inadına yollara çıkıyorum tek başıma,uzun
yürüyüşler yapıyorum her metrekareyi ezberlemek ister gibi. Yıllar sonra bulup
yıllar sonra kaybetmeye hazırlar gibi kendimi.
Tanrı kayıp,hadi sen bir nefes daha al, belki
nefeslerin artar diye dalga geçiyor iblis.
Uyumuyorum,uyursam kavgaya dönüşüyor
kararsızlıklarım.
Bir kurt uluyor pencerenin
ardında,duyuyorum,sustur aksini der gibi.
Uyanamıyorum,dualar işe yaramıyor.
Birine gel dememeyi, soru sormamayı ve ilk defa
istediğim şey için savaşmamayı öğrendim mesela. Inadım yok bu sefer,nazım geçmez
kimseye. Bütün şarkıları ezberliyorum,yeni sokaklarda kaybolduğumda ürkmüyorum
artık ya da sanırım karanlıkları bile daha çok sever oldum.
“Zorlu bir süreç bu,yalnız olmas..”
Hep yalnız yalnız yalnız!
Başka bir halt bildikleri yok,söylenen kelimeler
komik sanki,duymak istemiyorum artıķ bu yüzden hep gülümsüyorum. Gülümsemek
insanı güçlü kılar ne de olsa,kimse soru sormaya yeltenmez gülüşünü
gördüklerinde,iki haftadır biraz eğreti ama hala dudağımın kenarındaki yerini
koruyor.
Bazen hiç açılmayacak telefonları aramaya
yelteniyorum, bazen annemi arıyorum bazen onu ama çalmadan kapatıyorum.
Başladığın yolu yürü diyor şehrin yıldızları,kendi içinde..
Köpeklerden korktuğumu kimse anlamıyor,artık
yanlarından geçerken durup düşünmüyorum,içimden sesleniyorum
‘Korkuyorum gelme.’
İç sesimi onlara duyurabilecek kadar
yalnızım,ama çok da kalabalık. Oysa bir tamamen yalnız olsam gözüm
dönecek,gözüm görmeyecek,ama değilim işte gülümsemenin laneti bu
olmalı,insanların kendini sana yakın hissetmesi,annemin bana mirası.
Kızıyorum, küsüyorum,saklanıyorum.
Ama hep kendime.
Kimsenin haberi yok.
Günün ilk ışıklarıyla denize selam veriyorum kaç
sabahtır.Babam geliyor aklıma,gün doğmadan hazırlanışı,annemin bıkıp usanmadan
her sabah kahvaltı hazırlayışları,elimden tutup beni denizin ortasındaki onun
köşkü olarak inandığım yere götürdüğü sabahlar,ayak direttiğim saçmalıklar,onun
yersiz parlayışları,benim surat asışlarım,aramızda hiç konuşulmayan ama hep
hissedilen o bağ. ‘Babasının kızı işte.’ diye az biraz sitem az biraz yergi az
çok da gülünçlük saklayan cümleler. Benim gururum..
Hepsi aklımda,hepsi ama hepsi her şeyi yavaş
yavaş unutan ama inadına direten sabrımda.
Özlüyorum nereye gitsem hep eksik kalıyor.
“Artık teksin,kendini umursamamazlık yapma,annen
yok artık yanında,dikkat et kendine” demişti.
Bunu söylemek onun için,dinlemek benim için
zordu. Kemiklerimi kırarca sarılmıştı. Tuhaf..
Birkaç ay öncesi sanki uzak bir zaman dilimiymiş
gibi,yoruluyorum.
Yağmurlar yağıyor elmacık kemiklerime.
Bana rağmen,çıkıyorum,bir tek o zaman tam
oluyorum,soğuktan dinliyorum bazen kafamdaki uğultuları,susturmuyorum.
Onu özlüyorum,yapman gereken buydu diyor bir
yanım kendime bir yanımsa ne zaman yapman gerekeni yaptın ki bunda direttin
diye sorguluyor. Boğazıma yerleşen tat göğüs kafesimi sıkıştırıyor,onu
suçlayamıyorum. Söyledikleri ağır,gördüklerim zehir.
Kendi yalanımı saydamlaşan yüzüme vursun diye
bekledim belki,
Belki de sol bileğimdeki damarın sıcaklığı onun
yanağına değince rahatlarım dedim. Kaybolduğum bütün düşünceleri onun bıçağıyla
parçalamak istedim. Ağustos, eylül,aralık,mart..
Yüzyıl savaşlarından sıyrılan biz,bir aralık
ertesinde affeder birbirini gibi gelmişti bana. Yine bir aralık ayında,çok var
ekime… Benden çok yok,yutkunamıyorum.
Her şeyin bittiği bir an’a sahip olmak
istemiştim belki de. Bir son’a sahip olabilmek. Bir şeye ait olabilmek. Kendi
vücuduna bile sahip olmayan bir şeyden itici bir güçle kaçıyordum. Ama kendimi
yanılttığımın da bilincindeydim. Aynı olmayacağını biliyordum
Aynı kalamayacağımı da. Bir acı bir yerden
kırıldığında geri dönülmez bir sancı bırakıyordu geride biliyordum.
Bir kahramana değil bir mucizeye ihtiyacım var
benim. Birine ait olmaya değil ,
bir mucizeye sahip olmaya.
Dokundum,kanıtladım,yeter bu kadarı da derken
yetinemedim,yetemedim. Son bir soluk borcu kaldı geride,bilmedi,ben de
diretmedim. Kaburgalarımdaki sızısı kaldı kollarının,demedim yeniden.
Yapamıyorum dediğim her gün bitiyor,zaman
daralıyor,gelinciklere küsüm,bütün papatyaları yedim,şehre kırgınım.
Uluyorum,aynı bir kurt gibi.
İçimde biriken bütün gerçekler masallarımda kara
büyüye dönüşüyor.
Yoruluyorum,siniyorum,gülümsüyorum.
Aşık olduğum kente
aynı değil
suyum,denizim,fırtınam..
Ama yine de hadi bir nefes daha al..