Çantamın içinde ne kadar çok şey vardı, bir ara o kadar çok doluydu ki o çanta kapatamaz olmuştum. Planlar, programlar, umutlar, hayaller. Önümde iyi hesap etmem gereken yıllarla dolu o çanta. O çanta ki içinde yazılı kuralların olduğu ve mutlaka uymam gerekendi. Ama gel gör ki hayat denilen kitabın içinde o kuralların hiçbir önemi veya geçerliliği yokmuş. O çanta ne kadar dolu olursa olsun aslında içi hep boşmuş. Ne istediysek olmamış, ne planladıysak mahvolmuş, ne umutladıysak sönmüş gitmiş. Tutmuşlar elimizden bir yola sokmuşlar. Dar kalıpların içinde BU olacaksın, böyle olacaksın demişler. Bizim dediğimiz gibi, gösterdiğimiz gibi yürümezsen, yolda çukurun içine batacaksın diye korkutmuşlar. Sanki herşeyin en iyisini bilmişler, yaşamışlar ve yapmışlar. Elimdeki çantayı almışlar bir çöpün içine fırlatmışlar. Halbuki neler vardı o çantada neler. Bir bestecinin notaları vardı mesela belki başyapıt olabilecek seviyedeydi, bir maceracının günlükleri vardı kaf dağının arkasından gelen, bir ressamın Salvador Dali’yi kıskandıracak kadar sürreal bakışı vardı dünyaya. Ama hiçbiri çıkamadı çantadan. Yeni bir çanta vermişler elimize, aç içini demişler. Biz de açmışız. Yeni çantadan çıkan sadece kopyala yapıştır vaziyette bir program olmuş, programlanmış bir robot olmuş, cevizden bir tabut olmuş. Tohumlar varmış o çantanın içinde yeşermeyi bekleyen, dipsiz bir kuyu varmış içi su dolu fışkırmaya hazır, ikisi de kurumuş gitmiş. Peki ne kaldı geriye o çantadan ? Var mı yerini bilen, var mı o çantanın atıldığı hüzünlü çöplüğe giden ? Ben hala bazılarının ellerinde o çantalardan görüyorum, ama eskimiş hepsi. Kiminin çantası yırtılmış, kiminin askısı kopmuş ama yine de bırakmamışlar o çantayı. Sıkıca sarılmışlar ona, çanta ağırlaşmış onlar da yaşlanmış olmalarına rağmen. İnatla bağlanmışlar ona, arada bir açıp açıp içini birşeyler arıyorlar, buluyorlar mı orasını bilmem ama, yine de arıyorlar içinde geriye kalan umutlarını.