Çocukluğumda hep “büyümek” isterdim. Oyuncaklarımla oynamazdım pek. Sarı saçlı bebeklerimin hepsini yatağımın kenarına fırlatırdım. Çocukluğumda çocuk olmaktan sıkılırdım. -Banane ya banane ben oyun oynamayı sevmiyorum derdim. Annemler bu büyümüşte küçülmüş laflarıma sesli sesli gülerlerdi. Arkadaşlarım zile uzunca basarlardı. Bende nazlanıp -gelmicem ben,dışarda oynamıcam sizinle.
Benim bu mız mız,oyun bozan hallerime onlarda anlam veremezlerdi. Tabii 7 yaşlarında falandım. 2000 yılıdıydı. Sokaklardaki çocukların mutluluk sesleri şimdilere hiç ama hiç benzemiyordu. Şu zamanın çocukları için oyun çokta şey ifade etmiyor gibi…
Bende çocukluğumda oyun oynamayı sevmesem de,sokağa kendimi attım mı eve gelmezdim. Ama içten içe itiraf etmeliyim ki saklambaç oynarken adını koyamadığım o muazzam mutluluğun içinde kendimi bulurdum. Kalbimin hızlı atışı,sobelenme korkusu birer mutluluk filizlenmesiydi. Ben hep bir apartmanın içine saklanırdım. Bulamazlardı beni kolayca. “Hep oyun bozanlık yapıyorsun sen,çık oyundan” derlerdi arkadaşlarım. Hem üzülürdüm,hemde neden hep bir apartmanın içine saklandığıma anlam veremezdim. Çocukluğumda çocuk olmaktan sıkılmış olsam da. Şimdi derin bir üzüntü var bağrımda. Ben nasıl kıymetini bilemedim çocukluğumun. Seksek oynayamadım doyasıya,dokuz taş oynamaktansa hep kaçtım. İçe kapanık bir çocuktum,neye savrulduğumu bilmeyişim beni tüm çocukça oyunları oynamaktan alı koydu. Şimdi o günlere dönebilmek için neleri vermezdim ki…
Geri dönülmüyor işte,geçen yıllar geçtiğiyle kalıyor ama eksik ama yarım…